Herkes doğum günlerini severdi. Okulda hep bunu kutladıklarını ve yüzlerindeki mutlulukları görürdüm. Bu lisede azalsa bile birbirilerini seven ve değer verenler kendi aralarında yapmaya devam ediyordu.
Ben ise doğum günlerinden nefret ederdim.
Anne ve babamın arasını bozarak dünyaya gelmiştim. Annem doğum günlerimde yüzüme bile bakmazdı, bir kez olsun kutladığını hatırlamıyorum. Babam ise sadece bugün beni görmeye katlanabiliyor ama bunu istemediğini de her hâlinden anlayabiliyorum.
Bu ikisi dışında da doğum günümü bilen yoktu zaten ve bir tek babamdan hediye alıyordum. Fakat o da bunu istemeyerek gerçekleştirdiği için pek bir önemi kalmıyordu.
Yine siyah pantolonlarımdan birini giydim. Üstüne de bordo renginde bir sweet. Elbise giyebilirdim belki, babamın karşısına en azından özenerek çıkabilirdim ama ona nasıl gözüktüğüm umurumda değildi. Bu yüzden her zamanki gibi hazırlandım ve saçlarımı da kendi hâlinde açık bıraktım. Onun beni sevmesi için uğraşmayı bırakalı çok olmuştu. Küçükken sırf onun için günler öncesinden güzel bir elbise ayarlardım. Belki beni de yanında götürür ve bu evden kurtarır diye sessiz bir umut ederdim.
Ve o hiçbir zaman beni yanında götürmek istememişti.
Beni hiç sevmemişti.
Muhtemelen annem gibi ona da kötü hatıralarını hatırlatıyordum. Ama küçük bir çocuğa bunları yaşatmaya bahane olamazdı bu. Olmamalıydı.
Kısa bir süre sonra hep sözleştiğimiz o yere geldim. Her yıl aynı yerde otururduk. Akşam saatlerinde genellikle sessiz olan bir yerdi. Adımlarım geri gitmek istercesine beni zorlarken bir yılın ardından onu gördüm. Dirseklerini masaya yaslayarak ellerini birbirine kavuşturmuştu. Montunu sandalyesine asmıştı ve üstünde ise gri bir kazak ve pantolon vardı. Ak düşmüş saçlarını geriye yatırmıştı, sakalları yüzünün bir kısmını örterken bir süre gözlerim onda gezindi. O ise yerinde sabırsızca hareket ediyordu.
Onu daha fazla bekletmeyerek montumu bile çıkarmadan karşısına oturdum. Gözlerimi zorlukla kaldırdığımda bana bakışı içimi yakıyordu. Pişmanlıktan ibaret gibi hissediyordum.
"Hoş geldin," diye mırıldandı usulca. Sessizce başımı salladığımda her şey aynı şekilde devam etti. Her yıl olduğu gibi küçük bir pasta söyledi, konuşmadan yemeye başladık ve bir zaman sonra yine gözleri saatine kaymaya başladı. Ara ara bana önemsiz birkaç soru sordu sırf konuşmuş olmak için ve aynı düz sesle karşılık verdim.
Bir saatin dolmasına beş dakika kalmıştı.
Hafifçe boğazını temizledi ve tekrar bana baktı. Gözleri bir süre üzerimde gezindi ve en son yüzümde durdu. "Elçin," diye mırıldandı. İsmimi onun ağzından duymak çok garip hissettirdi. Onun da söylerken aynı şeyi hissettiğini yüzünden okuyabiliyordum. "Artık reşitsin." dedi, benim de bildiğim gerçeği dile getirerek.
Söylemeye çalıştığı şeyi söylemesi için başımı salladım. Dudakları aralanıp kısa bir nefesi içine çektiğinde bu kez bana bakmadı. "Ben… Artık buraya gelmeyeceğim." diye fısıldadı sonunda ağzındaki baklayı çıkararak.
Donup kaldım. Bakışlarım onun bana bakamayan gözlerine sabitlenmişken öylece durdum. Bunun için can attığını biliyordum ama neden bu kadar canımı yakmıştı? İçten içe bir gün aramızın düzelebileceğini mi umut etmiştim?
Kuruyan dudaklarımı ıslattım. "Bu sefer tamamen terk ediyorsun yani, öyle mi?" diye sordum ve hastalıklı bir kelimeymiş gibi ekledim. "Baba."
Bir elini kaldırıp kirli sakallarında gezdirdi ve başını salladı. "Böyle yapma, en doğrusu bu."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yara İzi ❧ ᴛᴇxᴛɪɴɢ
Kısa Hikaye❧ tamamlandı. ❧ elçin: çünkü senin de gözlerin sevgiyle bakıyor. elçin: belki yarım kalmış bir hikâyenin ağır yükünü omuzlanıyor gözlerin. elçin: tamamlanmamış bir kitabın en acı sayfasında kalmış gibi gözlerin.