y i r m i b e ş

75 13 23
                                    

Hayatım boyunca her şey hep aynı şekilde sürmüştü. Kendimi hep yorgun ve üzgün hissediyordum. İçimde hep hiçbir zaman geçmeyecekmiş gibi bir acı vardı ve ne yapmam gerektiğini bilemiyordum. En son ne zaman kahkahalarla gülmüştüm? Ya da hiç gülmüş müydüm? Hatırlamıyordum.

Kendimi boşlukta savruluyormuş gibi hissediyordum. Kaybolmuş hissediyordum.

Annemi yine güzel bir kıyafetin içinde buldum. Saçlarını özenle şekillendirmişti ve yaslandığım duvardan onun hangi ayakkabıyı giyeceğine karar vermesini izliyordum.

Zavallısın. Senden nefret ediyorum.

Keşke benim kızım olmasaydın.

Hayatım senin yüzünden mahvoldu.

Babanın bizi terk etmesinin tek sebebi sensin! O senin yüzünden gitti!

Seni görmeye bile katlanamıyorum.

Şu hâline bir bak… Yürüyen bir ölüsün sanki. Bomboş bakıyorsun. Bomboş bir hayat sürüyorsun.

Seni hiç doğurmamış olmayı dilerdim.

Sen acıdan besleniyorsun yalnızca; hiçbir şey mutlu edemez seni, tıpkı senin de kimseyi mutlu edemediğin gibi.

Gözlerimi yumdum ve annemin acımasız sesinin zihnimden çıkmasını bekledim. Ama nafile bir çabaydı. Onun sarf ettiği hiçbir sözü unutmamıştım. Unutamıyordum.

Bir hayat verilirdi sana. Ya bir ailede doğardın ya da parçalanmış hayatların arasında. Ya özgür olurdun ya da tutsak. Ben bu evde tutsaktım. Kendi evimde, kendi odamda tutsaktım. Gitmek istiyordum, annem bile olsa beni istemeyen birinin yanında kalmak istemiyordum ama nereye gidebilirdim? Ne yapabilirdim?

Babam vardı bir tek, diğer hiçbir akrabamı tanımıyordum. Babam ise kendine yeni bir hayat kurmuştu. Çok sevdiği bir karısı vardı, onun için her şeyi yapabileceği yeni doğmuş bir çocuğu vardı. Beni de bu evde, annemle birlikte bırakmıştı. Eğer isteseydi beni yanına alabileceğini biliyordum. O da istememişti. Kimse istememişti beni bu dünyada ve zorla yaşamımı sürdürüyormuş gibi hissediyordum. Gitsem herkes daha mutlu olurdu ama hayattaydım işte.

Sonunda ten rengi bir topuklu ayakkabılarda karar kıldığında onları ayaklarına geçirdi ve aynada son bir kez daha kendine bakıp üstünü de düzelterek evden çıktı. Kapı çarpılarak kapandığında bir kez daha sanki yüzüme vurulmuş gibi hissettim. Terk edilmiş gibi.

Oysa ben zaten doğduğum gün terk edilmiştim.

Montumu alıp üstüme geçirerek ben de çıktım evden fakat benim adımlarım yukarıya çıkan merdivenlere yöneldi ve çatı katına gittim. Çilli yine orada oturuyordu. Üzerinde mavi bir kazak ve siyah bir eşofman vardı. Sarı saçları uçuşuyordu, ellerini geriye yaslamıştı ve kaldırdığı başıyla gökyüzüne bakıyordu.

Usulca yanına gidip onun gibi oturdum ve bulutların sergilediği dansı seyrettim. Mavi gökyüzünde kendilerine bir alan oluşturmuş, yalnız duran bulutlarda gezindi gözlerim. Çilli ise beni fark etsede bir şey söylemedi. Ne düşünüyordu şu an? Yine anne ve babası kavga mı etmişti?

Düşündüm. Annem ve babam ile birlikte yaşasaydık ve sürekli tartışsalardı hayatım nasıl olurdu diye düşündüm. Daha mutlu olur muydum? Yoksa şu ankinden bile daha kötü bir ruh halinde mi olurdum? Nasıl olurdu onları yan yana görmek… Birbirilerine nefretle mi bakarlardı yoksa özlem duyarlar mıydı? Ya da pişmanlık hissederler miydi?

"Büyük bir hata yaptım," dedim aramızdaki sessizliği bozarak. Zihnimi biraz olsun susturmak istiyordum. "Kendimin de onun da incinmesine sebep oldum. Bir hata nasıl telafi edilir Çilli?" diye sordum bu kez. "Ben hiç hatasından pişman olan ya da bunu düzeltmeye çalışan birini görmedim."

Yara İzi ❧ ᴛᴇxᴛɪɴɢHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin