BÖLÜM 30 : "PIRLANTA"

304 16 48
                                    

BÖLÜM 30 :

"PIRLANTA"

Gözlerimi güneşli bir sabaha açarken burnumdan yeni biçilmiş otların kokusu doldu bir güzel parfüm kadar etkili ve en huzur verici şeylerden biriydi yeni biçilmiş çim kokusu yattığım yerden doğrulup bakındım ot kadar yumuşaktı ki sanki benim için özel hazırlanmıştı etrafa bakındığımda ben burada mıydım diye düşündüm ve tekrar baktım ormanın içindeydim kavak ağaçlarının hışırtısı güzel bir senfoniydi sanki sırası ile dizilmiş kavak ağaçları rüzgar estikçe yapraklarına değen güneşin neşesi gibiydi.

o kadar güzeldi ki sadece bir kelime etkiliydi burayı tamamlayan bir kelime mükemmel.

Yataktan sarkıttığım ayaklarımın ucunda duran beyaz topuklu ayakkabıları giydim doğanın bahşettiği bu güzellik dedim etrafımda dönerken yeşil kavak ağaçlarının altında ileri de kayısı ağaçları vardı küçük bir ağaç elma ağacıydı gözlerim parıldarken koştum kayısı dalına uzanamamıştım ama kırmızı parlak elmayı elime almıştım üzerimde ki elbiseye konan sarımtırak çizgili kelebeğe bakışlarımı kaydırmıştım üzerimdeki kıyafet beyaz uzun bir elbiseydi kolları fransız koldu saçlarım sanki bu masala göre toplanmıştı ve elimde ki elma sadece bu diyarlarda yetişiyordu etrafa baktığımda bir çay ya da kahve içmek istemiştim elimde ki elmayı üzerime silerken dudaklarıma doğru götürmüştüm arkamda ki tok sesi durdururken elimde ki elmaya tekrar baktım.

"Yiyecek misin o elmayı?" Dedi arkamı döndüğümde takım elbiseli Emir karşımdaydı tek farkı saçlarını özenli şekilde fönlememişti dağınıktı serseri bir havası vardı omzumun üzerinden bakışlarımı çevirirken tamamen dönmüştüm bir adım yaklaştı "Herkes o elmayı yemek için uğraşıyor sende onlardan birisinin." Dedi tok sesi devam ederken "Ama zehirli mi diye düşünmediniz seni bu güzel evrenden dünya gibi kirli bir yere ceza olarak yollar mı diye düşünmedin sadece güzelliğine aldandın." Dedim elimde ki elmaya bakışlarım kaydı elma elimde çürürken kurtlar ise kendini belli etti elma ayaklarımın ucunda düşerken bakışlarım Emir'e kaydı "İşte insanoğlu hep aç karnını doyurmak için uğraştı aç olan duygularını doyurmadı." Dedi

"Neden buradasın?" Dedim sesim etrafta küçük yankılar bıraktı etrafını gösterdikten sonra "Beni burada sen istedin" dedi kafamı olumsuz anlamda sallarken

"Hayır ben istemedim Emir benden uzak ol istedim." Dedim ağlamaklı çıkan sesim toparlanmıştı hemen "Şimdi olduğu gibi ben sana doğruyu göstereyim sende bana doğruyu göstereceksin biz ikimizin doğru yolu olmak için uğraşacağız ben pes ettiysem eğer sen pes etme." Dedi gülüp

"Biz ikimizin yanlışıyız Emir." Dedim adımlarım yaklaştı o güzel ama sahte elma ağacının hemen yanında ellerimi tuttu "Yanlış olsaydık kader bizi bir araya getirmezdi." Dedi bakışları yüzümü incelerken "Kader." Dedim Emir yanımdan uzaklaşırken bir adım attım ama aramızda ki mesafe kapanmadı herşey bir suyun içine batırılan siyah sulu boya gibi şekil alırken gözlerimi araladım ama gerçek dünyaya ve gerçekliğin acıttığı avuç içlerime.

"Kızım Nazlı'm iyi misin yavrum iyi olduğunu söyle."  annemin sesi o kadar endişeli çıkıyordu ki ne olduğunu anlamam bir kaç saniyemi almıştı en son burnumdan kan akıyordu dudaklarımda hissettiğimi hatırlıyordum ve bayıldığımı yattığım yerden kalkerken ne o yumuşak yataktaydım ne de bir elma ağacına yürüyecektim kafamı olumlu anlamda sallayıp etrafımda meraklı gözlere baktım " İyiyim yorgun düştüm olacak o kadar da." Dedim annemin endişesini silmek isterken "Doktor çağırdık kızım bu burun kanaması neyin nesi bir öğrenelim." Dedi babam bakışlarım dedemi bulurken

"Baban doğru söyler Nazlı bu öyle hafife alınacak iş değil." Dedi sert ses tonunu kaybetmemişti ama ben uyanana kadar da bir yere ayrılmamıştı anlaşılan ben de dedemin çözememiştim.

AFİTAPHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin