Hayatımda geçirdiğim en güzel günü geçirdim. Zihnimde bu cümleyi tekrarlarken bile ne kadar garipsiyorum ama gerçekten de hayatımın en güzel gününü geçirdim. Sabah Özgür geldikten sonra ve ona onu sevdiğimi söyledikten sonra gülüşleri daha derinleşti, gözlerime mümkünmüş gibi daha güzel bakmaya başladı ve elinde olsa beni pamuklara sarabilecek kadar ilgili davrandı.
Bu ilgisi elbette öncelerde de vardı ama onu sevdiğimi söyleyince aramızdaki her şey hem bana hem de ona daha anlamlı gelmeye başlamıştı. Bunu ikimiz de gözlerimizden anlıyorduk.
Aysun Anne ve birkaç çocukla beraber güzel bir kahvaltı hazırlamıştık ve bütün çocuklarla beraber kocaman bir masada kahvaltı etmiştik. Benim yediğim şeyler sayılıydı ama Özgür'ün bana uzattığı çatalda ne varsa yediğim gerçeğini değiştirmiyordu bu. Bazen bir parça peynir, bazen bir zeytin, bazen de üzerine reçel sürülmüş küçük bir parça ekmek yedim.
Zihnimdeki ses bağırdı, çağırdı. Duvarlarını yıkıp içimden çıkmak, beni omuzlarımdan sarsıp yaptığım yanlışı yüzüme vurmak için çabaladı. Fakat ilk kez onun sesi çok boğuk geldi. Özgür öyle güzel gülüyordu ki, çocuklarla ettiği her sohbette masadaki kahkahalar o kadar yüksek sesli oluyordu ki o ses bir fısıltıdan ibaret oldu.
Şunu da belirtmek isterim ki, kendimi ilk başlarda kimseye sevdiremeyen bir insanımdır. İnsanlar benimle tanışmadan önce benim duygusuz, kalpsiz ve suratsız biri olduğumu düşünürdü. Onlarla ufak bir sohbetimiz olduğundan da hakkımda yanıldıklarını söylerdi. Bu, on yedi yıllık hayatımda hep böyle oldu ama buradaki her çocuk beni en başından beridir benimsediler, beni sevdiler. Bana Özgür'ün gözlerine bakıyormuş gibi baktılar ve bu beni çok mutlu etti.
Hepimiz tabakları topladık. Bazıları bulaşıkları yıkadı, bazıları sobaların kovalarını değiştirdiler. Ev, bir anda ısındı. Herkes neşeliydi, herkes salonun ortasında koşturdu, birçok sohbet döndü, hepsine katılmak istedim. Özgür, çocuklarla beraber çok güzel saçmaladı, bazılarını sırtında taşıyıp tavandaki sarkık lambaya dokundurdu, bazılarını ikili ikili kucaklayıp onların "Ne kadar da güçlüsün Özgür abi!" demelerini sağladı. Bazılarıyla resim yaptık, bazılarıyla oyunlar oynadık.
Evden çıkıp da hastaneye gitmek için yol alana kadar kendimi hiç bu kadar dinç hissetmemiştim. Beni ayağa kaldıracak şey aslında o serumlar, o mamalar, o vitaminler değilmiş meğersem. Benim sevgiye ihtiyacım varmış, benim gülmeye, güldürmeye ihtiyacım varmış.
"Gözlerinizi şehrin sokaklarından alamıyorsunuz Elfida Sayar," dedi Özgür hınzır bir tonda. Başımı ona çevirip gözlerinin içine baktım. İkimiz de gülümsedik.
"Senin izlerini arıyordum," dedim.
"Yanı başındayken, sokaklardaki izlerimi araman bana pek mantıklı gelmedi," dedi. Omzuma attığı kolunu biraz daha sıkılaştırıp beni iyice kendine çekti. Onunla saatlerce yürüyüp konuşmak istiyordum ama hastaneden aldığımız izin bitmek üzereydi. Eğer hastaneye gitmezsek hemşireler ailemi arayacakları konusunda bizi uyarmışlardı.
"Aşkı mantıktan daha değerli gördüğünüzü düşünüyordum Özgür Soykan," dedim.
"Bana aşıksınız yani. Bunu mu anlamalıyım, Elfida Sayar?"
"Ne kadar da zekisiniz! Aşkta mantık böyle anlarda kullanılmalı işte, Özgür Soykan." İkimiz de ufak bir kahkaha atmıştık ve uzanıp yanağıma bir öpücük kondurduğunda gülüşüm bir iç çekişe dönmüştü. Kahkahamın onun öpücüğü sayesinde dinmesi, yaşadığım en güzel dizginlikti.
Hastanenin bahçesine girdiğimizde bütün neşem kaçmıştı. Buraya girmek ve o yatağa tekrar yatmak istemiyordum. İyileşmediğimin farkındaydım ama bana ilaçların çare olmayacağını anladığım için artık her şey mantıksız geliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KEMİKLERİNDE CENNET | Yarı Texting (Tamamlandı)
Roman d'amourİnsanlar konuştukça ben sustum. Ben sustukça konuşmaya zorladılar. Yargılar dinmeyince kendi mahkememi kurdum ve en ağır cezayı kendime verdim. Bu kadını yarattım ve kemiklerim sayılırken her bir kemiğime imzasını atan adam, kemiklerimde kendi ce...