Pek fazla hayalim yok benim. Hayal kurup sonra da onların gerçekleşmeyeceğinden korktuğum için hayal kurmaktan çok kaçındım. Neden bu kararı aldığımı da şimdi, odamda sessizce otururken daha iyi anlıyorum.
Oda sessiz, oda ıssız, odam Özgür'süz.
Artık kurduğum birçok hayalin başrolünde o var. Özgür'süz ne bir adım atıyorum ne de birkaç saniyeliğine göğe bakıyorum hayallerimde. Sağımı da solumu da o kapladı. Onun sesini duyuyorum yalnızca. Şehir kısmış sesini, yalnızca Özgür'ün notaları geziniyor sokaklarda.
Fakat şimdi, bu odada yalnız başıma ıslak gözlerimle karşımdaki duvara bakarken kurduğum her hayal kalbimi yakıyor. Yanıyor kalbim, hissediyorum. Bir şeyler koptu o hastaneden çıktığımda, bir parçam kaldı o hastane odasında. Özgür kaldı arkamda, şimdi onu düşünmek ona özlemimi artırıyor.
Geleceğini söyledi, geleceğini biliyorum. O yüzden bekliyorum. Biliyorum, ansızın çıkıp gelecek, kimseyi umursamayacak. Yalnızca beni görecek gözleri, yalnızca onu görecek gözlerim.
Bekliyorum. Bir şarkı açtım, taktım kulaklığımı. Odanın sessizliği canımı daha fazla yakmasın diye son ses dinliyorum şarkıyı. Notalar kulaklarıma ulaştıkça hüznüm daha çok artıyor ve beklemek daha can yakıcı.
Bu odayı istemiyorum, bu duvara yaslanmayı, bu pencereden İstanbul'u izlemek istemiyorum. Ben Özgür ile bu şehre karışmak istiyorum. Çok bir şey değil, ben sadece onu istiyorum.
Ben müziğe odaklanmışken penceremden sızan ay ışığına bir gölge düşünce hemen kalktım odanın köşesinden. Pencerenin önüne geçtim ve karşımda Özgür'ü görünce gözlerimdeki ıslaklık daha da arttı.
Annemler uyuyordu, o da bu sessizlikten fırsat bilip balkon demirlerine tutunarak odama çıkmıştı ve penceremdeydi. Gözleri benim üzerimdeyken öne atıldım ve pencereyi açıp onun içeri girmesini bekledim. O her zamanki gibi siyah kot pantolonu ve siyah kazağıylaydı. Üzerinde deri ceketi vardı ve dışarıda yağmur çiselediği için ceketinin üzerinde birkaç yağmur damlası vardı. Ben ise pijamalarımlaydım ve kısa saçlarımı gelişigüzel toplamıştım. Nasıl göründüğüm umurumda değildi zaten.
Odaya girer girmez kollarına atıldım hemen. Bana sıkıca sarıldı, ona sıkıca sarıldım. Gözlerimden yaşlar akarken o saçlarımı defalarca öptü. Saçlarımı kokladı. Saçlarımı okşadı. Kolları arasında küçücük kaldım, çok mutlu oldum.
"Kollarıma nasıl yakışıyorsun böyle?" diye fısıldadı. Sessizce akan gözyaşlarım hızlandı. "Söylesene Elfida, nasıl bu kadar güzel tamamlıyorsun beni?"
Konuşmak istedim ama yapamadım. Dudaklarımı aralayamadım, yalnızca ona sarılmak istedim.
"Bak bana," diyip kollarını çözdü biraz. Onu bırakamadım. "Gözlerinde soluklanayım, bana bak Elfida." Kollarımdan tutup beni kendinden uzaklaştırdı ve elleriyle yanaklarımı avuçları arasına aldı. "Ama sen böyle ağlarsan nefeslerim kesilir," diyince daha çok ağlamaya başladım.
Onu benden nasıl alırlardı? Babamın bana yaptığı bu kötülüğü hiç affedemiyorum.
"Sesine nasıl hasretim, biliyor musun?" dedi. Konuşamadım, niye konuşamadım bilmiyorum. "Yaraladılar mı seni? Dudaklarındaki bu kilit neden?" Sesindeki endişe arttı. Babamın attığı tokat gözlerimin önüne gelince daha fazla ağlamaya başladım.
Omuzlarım sarsılıyordu. Çok yaralıydım, çok kırgındım. Ağlasam da geçmiyordu. Ağlamasam da içimde birikiyordu. Ne yapacağımı şaşırmıştım ben.
"Gel şöyle," diyip beni yatağıma yönlendirdi. Bir yandan da etrafa bakıyordu ve komodinin üzerindeki buz kabını görünce kaşları çatıldı. Şirin ablanın babam bana tokat attıktan sonra getirdiği buz kabıydı o. Yanağım kızarmıştı ve içi rahat etmemişti. Bir kase çorba getirdiğinde tepsinin köşesinde de o buz kabı vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KEMİKLERİNDE CENNET | Yarı Texting (Tamamlandı)
Romansaİnsanlar konuştukça ben sustum. Ben sustukça konuşmaya zorladılar. Yargılar dinmeyince kendi mahkememi kurdum ve en ağır cezayı kendime verdim. Bu kadını yarattım ve kemiklerim sayılırken her bir kemiğime imzasını atan adam, kemiklerimde kendi ce...