(OKTAY ve ZEHRA) 8 SENE ÖNCE - SON
Terk edilmişti. Kandırılmıştı. Ağlıyordu ama bu defa gözyaşları da yüreğini yangın yerine çeviren alevleri söndürmeye kâfi gelmiyordu. İnanamıyordu. Nasıl bu kadar saf olabilmişti? Oktay nasıl bu kadar insafsız olabilmişti? Madem onu öldürecekti neden bir sene öncesinde o uçurum kenarında ölümün soğuk kollarına bırakmamıştı. Şimdi onu terk ettiği vakit, yine o uçurumun kenarında kendini bulacağını bilmiyor muydu?
Ya diğer kadın ya çocukları, onlara da mı acımamıştı. Bir senedir neredeyse her gün onun yanındaydı Oktay. Karısı, çocukları hiç mi Oktay'ın nerede olduğu, eve neden uğramadığını merak etmedi? Belki de karısı yabancı uyrukluydu ve yurtdışında ikamet ediyordu. Ya da işi gereği çocuklarını da yanına alarak bir seneliğine yurt dışına gitmişti ve yalnız kalan Oktay, bir sene onurum ile oynayıp yalnızlığını katlanabilir hale getirmek için Zehra'yı o uçurumdan kurtarmıştı. Yoksa karısı ile ayrı yaşıyorlardı ve barışmışlar mıydı?
Peki, şimdi ne olacaktı? Zehra'yı kapının önüne mi bırakacaktı? Yine sokaklara mı düşecekti? Peki, bütün bunlar Zehra için önemli miydi? Oktay, onu hayata bağlı tutan çelik zincirlerden halatı olmayınca sokak olmuş, villa olmuş Zehra için fark eder miydi? Yolun sonu, yine o uçurumun kenarı olmayacak mıydı? Olacaktı. Hatta bu gece, karanlığın en koyu renklere boyandığı saatlerde bu işe son verecekti. Bu defa uçurumun kenarına da gitmeyecekti. Bir daha kurtarılmak istemiyordu. Oktay'ın evinde de bu işi yapmayacaktı. Bir avuç ilaç...
Üçüncü şarap kadehimi bitirmişti ve beş dakika da üç kadeh içmişti. Bu zamana kadar şarap kadehlerinden iki yudum alır ve bırakırdı. Bugün, bu akşam, bu saatte ise zorlu alkolikler ile yarışacak şekilde içiyordu. Kafası biraz dönmeye başlamıştı ama yüreğindeki alevler devam ediyordu. Arada öğürüyordu ama kusmamak için kendini zorluyordu. Alkole ihtiyacı vardı. Onu içimde tutmalıydı. Belki biraz daha içerse, yüreğimi çöllere çeviren alevleri söndüremezdi ama acıyı azaltabilirdi.
Oktay gitmiş miydi? Alkol kafasını iyice bulandırmıştı. Masadan kalktığını hatırlıyordu. Kalkarken ne demişti. Hadi görüşüz mü? Allah belanı versin mi? Demişti. Kafasını iki yanına salladı:
Hayır, hayır bunların söylememişti. Hatırladı! Telefonu çalmıştı. Restorandı gözden geçirdi. Yoktu. Acaba arayan karısı mıydı? Karısı ile konuştuklarını duymaması adına konuşmak için dışarı mı çıkmıştı? Uzandı ve Oktay'ın dolu kadehini aldı. Kafasını arkaya yatırdı ve bir dikişte kadehin dibini gördü. Anında da ayağa fırladı. Elim ile ağzımı kapadı ve öğürerek, yalpalayarak tuvaletlere doğru koşturdu.
Alafranga tuvaletin önünde dizleri üzerine çöktü ve elini ağzından çektiği anda beş dakika sürecek olan kusma maratonu başlamış oldu. Alkol sonunda istediğini vermişti. O beş dakika süren kusma nöbetinde yüreğindeki alevlerin neden olduğu acıları tamamen unutmuştu. En kötüsü içinin dışına çıkması değildi. Hayır, en kötüsü o beş dakikalık rahatlamanın ardından gelen acı dalgasıydı. Adeta güçlü kuvvetli bir adamdan gelen tokat gibiydi. Bağırmamak için parmağını ısırmış, ağzında oluşan bakır tadına rağmen de çekmemişti. Salona geri dönerken arkasında, parmağımdan damlayan kanlardan bir iz bırakıyordu.
Tuvaletlere açılan koridorun kapısını açtığı anda durdu. Daha doğrusu durmak zorunda kaldı. Karanlıktı. Karanlığa adeta bir duvar gibi toslamıştı. Aklına ilk gelen neden sahte içki oldu. Zehirlenmişti ve görme kaybı yaşıyordu. Kör olmuştu! Sonra restoranın camları dışındaki İstanbul'u hiç görmediği kadar net gördüğünü fark etti. O zaman yaramaz çocuklardan bir tanesi, restoranın sigortalarından bazılarını kapamış olmalıydı. Şimdi sigortaları açarlardı ve salon ışıklar ile dolup taşardı:
"Ayyy!" Düşüyordu. Çünkü ayakları birbirine dolanmıştı. Salonun bir ucunda alevler fışkırmaya başlamıştı. Sonra pencerelerin dışında, boğazın suları üzerinde havai fişekler patladı. Restorantın içinde minik minik alevler teker teker peyda oldular. Bunlar mum alevleriydi ve yanan her mum, tanıdığı bir yüzü ortaya çıkarıyordu. Tanımadığı yüzlerde vardı ama tanıdıkları daha fazlaydı. Bunlar Oktay ve Zehra'nın dostlarıydı.
Neler oluyordu? İçkiyi fazla kaçırmış rüya mı görüyordu? Evet, kesinlikle rüya gördüğüne inanmaya başlamıştı. Alkolün damarlarında yayıldığı bedeni, şimdi cam kenarındaki masaya yığılmış, ağzından salyası akar halde horulduyor olmalıydı. Oktay ve garsonlardan bir tanesi biraz sonra onu sarsmaya başlarlardı ve ne anlama geldiğini bilemediği bu saçma rüyadan kurtulurdu.
Müzik çalmaya başladı. Bu Oktay ile ilkkez dans ettiklerinde çalan müzikti. İlk danslarında, bu romantik müziğin notalardan peyda olan elleri, gözyaşı çeşmelerinin musluklarını sonuna kadar açmıştı. Aslında tuvalette kusması sona erdiği andan itibaren ağlıyordu ama bu çalan bu müzik ile gözyaşlarında bir değişiklik olduğunu hissediyordu. Bu gözyaşları, birkaç saniye önce akan gözyaşlarından farklı bir çeşmeden akıyorlardı. Buz gibi çiçek kokulu dağ suları gibi insanı ferahlatan bir hoş eden gözyaşlarıydı.
Oktay ortaya çıktı. Duvarlarını, ellerindeki mumlar ile dostlarımızın oluşturduğu koridorun bir başındaydı. Diğer başında da o duruyordu. Adımları aynı anda başladı ve koridorun ortasında buluştular. Oktay, Zehra'nın önünde diz çöktü ve ceketinin cebinden kırmızı bir kutu çıkardı. Açtığında kocaman taşı mum ışığında güneş gibi parıldayan bir tek taş ortaya çıktı. Gözlerini Zehra'nın iri mavi gözlerine kilitleyen Oktay:
"Sevgilim, Zehra'm benimle evlenir misin?"
"Ne güzel bir rüya," dedi Zehra. Gülümsedi Oktay:
"Rüya değil aşkım."
"Ama az önce beni terk etmiştin. Karın, çocukların..."
"Bizim Ali'nin fikriydi. Bu şekilde olursa, bir ömür bu evlilik teklifini unutamayacağını söyledi." Mum alevlerinin arasında bir el sallandı. Zehra bu elin sahibini tanıyordu. Bu hınzır, şakacı arkadaşları Ali'nin eliydi:
"Zehra, kabul et ama harika bir fikirdi." Gözyaşlarını elleri ile sildi:
"Öyle çok harikaydı ama yaşamayı seviyorsan bu harika fikirlerini bir daha Oktay ile paylaşma Ali." dedi. Restoranı kıkırdamalar doldurdu.
"Cevap vermedin aşkım."
"Aslında son 10 dakikadır bana yaşattıkların için seni bir güzel süründürmek lazım gelirdi ama EVETTTT!"
Alkışlar patladı. Oktay, Zehra'nın parmağına tek taşını takarken, boğazın suları üzerinde sallanan eski kayıkta patlayan hava fişekler, gökyüzünde çiçekler gibi açtılar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İKİ BEDEN BİR KALP(TAMAMLANDI)
RomanceMerak uyandırıcı, aşkı tattıran bir hikaye sizlerle...