35 sene önce avcılar sokaktaki şu ünlü yeşilçam yıldızı yakışıklı adamın sevgilisiyle birlikteyken kalp krizi geçirip öldüğü dairenin hemen altında faaliyet gösteren mobilyacıdan satın alınma ahşap masa bu akşam tüm genişliği ile salonun ortasında duruyordu. Çiçek desenleri ile süslenmiş beyaz renkli örtüsü serili masada çoğu evde bulunan 5 tane su bardağı, tepsi içindeki kıymalı börek, bir tabak dolusu kurabiyeler ile sarı gazozo lve siyah kola masanın üstünde yenilip içilmeye bekliyorlardı.
Üzerinde 'İyi ki doğdun Aslı.' Yazılı pasta ile oturma odasına giren profesör pastayı masanın bir başında duran resim çerçevesinin tam önüne bıraktı. Çerçevenin içinden çıkmamış dişleri ile kendisine gülümseyen sarı saçlı, mavi saçlı minik kıza hüzünlü gözleri bir süre takılı kaldı. İç çeken Profesör Hatice Hanım'ın yanıbaşında duran yeşil renkli koltuğuna oturdu ve karısının elini elleri arasına aldı:
"Ah Hatice'm zaman ne kadarda hızlı geçiyor. Kızımız Aslı bugün tam 32 yaşına girdi."
Hatice Hanım birkez gözlerini kırptı. Aslı'nın o güzel kokusu burnunda tütüyordu. Profesör:
"Evlat acısı bir başka oluyormuş Hatice'm. Hala 30 sene öncesindeki kadar üzgün ve acı çeker haldeyim. Üstelik bütün bu acılarıda benin hatam yüzünden mahkum olduk."
Hatice Hanım iki kez gözlerini kırptı. Hayır demek istiyordu. Başlarına gelen felakette Murtaza değil asıl kendisi suçuydu. O kadar uyarmasına rağmen o gece kızı üşümesin istemişti ama onu ölümlü olan bu dünyada sonsuza kadar kaybetmişti.
Dışarda kar ağır ağır yağarken, içleri evlat acısı ile yanıp kavrulan Profesör ve Hatice Hanımın hüzün dolu gözleri dalgınlaşmaya başladı.
30 SENE ÖNCE...
Komiser Yardımcısı Murtaza'nın gözleri ışıl ışıldı. Böyle bir durumda hangi babanın gözleri ışıklar saçmazdı. Kız Aslı'nın bugün 2.Yaş günüydü ve ilk kelimesi az önce ağzından çıkmış ve dünyadaki diğer seslere karışmıştı. Baba demişti kızı Aslı ve Komiser Yardımcısı Murtaza çocuğunu kucağına alıp çalan müziğin eşliğinden çocuklar gibi zıplamıştı. Bu durum misafirleri kahkahalar ile güldürmüştü. O gün Hatice Hanımda çok mutlu olmuştu. Canından çok sevdiği iki insan mutlu olurda o olmaz mıydı?
Hatice Hanımın 30 sene sonra, yatalak hastalar için özel olarak tasarlanmış bir yatakta yatan derileri kemiklerine yapışmış kadınla tek benzer yeri gözleriydi. O gözler şimdi, yıllar sonra süsleyecekleri elmacık kemikleri sivrileşmiş, rengi sararıp solmuş bir surat yerine güneş gibi etrafını aydınlatan, bazı kadınları kıskançlığın çamurlu, bulanık sularında çırpındıran, bazı erkeklerin kalplerini güvercin kanatları gibi çırpıştıran bir suratı süslüyorlardı.
Hatice Hanım elindeki pasta ile salona girdiği anda eller şakımaya diller küçük Aslı'nın doğum günü şarkısını söylemeye başladılar.
Babasının kollarındaki saçları örülü Aslı'nın gözleri kocaman açıldılar ve etrafında kalabalığa uyum sağlayan elleri birbirine çarpmaya başladı. Hatice Hanım doğum günü pastasını masaya bırakırken, misafirlerde etrafında toplandılar. Komiser Yardımcısı Murtaza kucağındaki kızı ile birlikte masanın başına, pastanın ardına oturdu. Hatice Hanımda yanlarına geldi ve kolunu kocasının omuzuna attı. Yaşlı bir kadın elindeki fotoğraf makinesi ile masanın karşısına geçti; Bu Hatice Hanımın annesi Melek'ti:
"Ay çocuklar durun! Mumlara üflemeden bir fotoğrafınız çekelim." Dedi.
Zavallı kadın, bu mutlu günü yaşarken ölüm hiç aklına gelir miydi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İKİ BEDEN BİR KALP(TAMAMLANDI)
RomansMerak uyandırıcı, aşkı tattıran bir hikaye sizlerle...