Tüm kontrolü eline alan, mantığımı saf dışı bırakan bu hislerden ilk andan beri nefret etmiştim.
İlk başta sadece yakışıklı bulmuştum. Dış görünüş hakkında yorumlar yapmak çok normaldi. Sonuçta sokakta gördüğümüz insanlar hakkında bile böyle şeyler düşünebilirdik. Yakışıklıymış, çekiciymiş diyebilirdik. Bu normaldi. Kendimi tam olarak böyle kandırıyordum. Sonra birkaç kez kahkahalarını işitmiştim. O an, o sesi başa alıp tekrar dinlemek istemiştim. Basket oynarken dalmıştı gözlerim, arkadaşlarıyla eğlenirken...
Bir anda gözünün tonunu ezberleyivermiştim. Yeşil her yerdeydi.
Sonra acı işin içine girmişti. Bir kız, güzel olan başka bir kız, yetenekli olan başka bir kız daha, omzuna kolunu attığı, kitap okurken sataştığı başka başka kızlar... Her gördüğümde sol tarafım sızlamıştı. Kalbimi acıtmıştı. Bu hislerden nefret etmemi sağlamıştı.
Asla olmayacağımızı biliyordum bu yüzden hevesimi alıp kaybolmasını sağlayamazdım bu hislerin. Özellikle o arkadaşıma bakarken. Bu yüzden ondan soğumam gerekiyordu. Kalbimi acıttığı her anı kabullenmem ve bu çocuktan uzak duracağım demem gerekiyordu.
Öyleyse neden şimdi buradaydım?
Telefonu yatağıma bırakıp üzerime bir şeyler seçmeye başladığım an kendimle savaşmaya da başlamıştım. Gerçekten o kolsuz tişörtü giyecek mi diye düşünmüştüm. Onun aldığı limonatanın tadı ne kadar tatlı olur mesela, orada olsam kızlar gerçekten de ondan uzak durar mıydı?
Yeterince güzel durur muydum yanında, yoksa dediği gibi bir işe yaramaz mıydım kısmetini kapatmakta?
Üzerime bol, kolları dirseklerimin biraz aşağısında biten bir tişört giymiştim. Onun altına ise yırtık detaylı kot bir şort geçirmiştim. Salınık duran düz siyah saçlarıma dokunmamış, sadece kendimi gizlemek amacıyla krem tonlarında bir şapka takmıştım.
Vücudum hangi kas parçamı solunumla parçalamış ve enerji üretmişti bilmiyordum ancak olabildiğince hızlı yürümüştüm. Sahanın oralara geldiğimde bir büfeye girmiş ve kendime limonata almıştım. Asla onun yanına gitmek gibi bir düşüncem yoktu, yapamazdım. Sadece elimdeki limonatamla kayalıklara doğru ilerlemiştim. Sahayla aramda sadece bir yürüyüş yolu vardı, biraz daha aşağı insem kayalıklara doğru gelen dalgalar ayak uçlarıma vuracaktı.
Arkamda basketbol oynadığını biliyordum. Gözlerim denizden daha çok onu görmek istese de kafamı ona çevirmiyordum çünkü bu onun dikkatini çekmeme neden olacaktı.
Cidden... Neden gelmiştim ki buraya?
Son zamanlarda kontrolümü kaybediyordum. Bale eğitmenim Aleksandr sürekli dikkatimi toplamam gerektiğini söylüyordu. Eğer bu kadar isteksizsem bırakıp gitmemi söylüyordu.
Bu kolay değildi.
Ellerim istemsizce arka cebimde duran telefonuma gittiğinde ekran kilidimi açtım ve onunla olan son konuşmamıza baktım. Daha kim olduğumu bilmeden beni tanımaya başlamıştı. Yazdığım birkaç mesaj bile onun gözünün önüne getirmişti sanki görüntümü. Sürekli kafamda kurduğumu, özgüvensiz olduğumu, çirkin olduğumu, her şeyi bilmiş ve söylemişti sanki. Mesajlarıyla bile canımı yakabilmişti.
Ekranın kararmasına izin verdikten sonra küçük limonata şişesinin kapağını açıp bir yudum aldım.
Tatlıydı.
Bacaklarımı biraz daha kendime çektiğimde çenemi de dizlerime yaslamıştım.
Derin bir nefes alıp verirken tüm yüklerimden kurtulmak istedim. Limonata şişesini tekrar dudaklarıma dayadığımda kafamı da biraz arkaya atmıştım.
"Hazel?"
Adımın seslenilmesiyle kafamı yan tarafa doğru çevirmiştim. Şapkam görüşümü biraz kısıtladığı için kafamı biraz kaldırmam gerekmişti.
"Aleksandr?"
Bale öğretmenim hafifçe tebessüm ederken "Ne yapıyorsun burada?" diye sormuştu. Gözlerinin önce elimdeki limonataya kaydığını hissetmiştim. Sonra tüm vücudumda...
"Biraz yürüyüş yapıyordum," diyerek yalan attım. Aleksandr kafasını anladım manasında sallarken "Ben de yürüyüşe çıktım." demişti. Aynı onun gibi kafamı sallarken "Neyse," diye geçiştirdi. "Ben gideyim. Uykunu iyi almayı ve dinlenmeyi unutma."
Aleksandr uzaklaşırken bakışlarım onun üzerinde kalmıştı. Annemin Rusya'dan arkadaşıydı. Annem bale yapmanın bana çok yakışacağını söylediğinde kabul etmiştim hemen. Hocam ise Aleksandr olmuştu. Onunla uzun zamandan beri çalışıyorduk ve annemin arkadaşı olmasıyla da bir samimiyetimiz vardı. Sadece son çalışmalarda beni çok azarlıyordu. Annemle arkadaş olmasalar benimle çalışmayı çoktan bırakacağını dile getirmişti mesela. Asla bale yapmaya önem vermediğimi, vücudumun hareket ettiği her an o duyguyu alamadığını söylemişti. Zorladığımı söylemişti, zorlandığımı. Eğer gerçekten istiyorsam uykumu iyi almalı ve çok çalışmalıydım. Kilomu korumalı ancak vücudumdaki yağlardan kurtulmalıydım.
"Senden büyük bir şey istemiyorum," demişti en sonki çalışmamızın sonunda. "Biraz yediklerine dikkat et, sağlıklı beslen. Bu sektörde pamukla beslenen kızlar var. Bu senden istediğim diğerlerinin yanında çok küçük kalıyor."
Sesli bir şekilde nefesimi verirken ayağa kalktım. Gözlerimin dolmaya başladığını hissedebiliyordum. Artık onun yüzünü görmem bile beni tetikliyordu.
Küçük limonata şişesini elimde döndürürken etiketine baktım. İçerik etiketindeki sayılar bir bir tenime batıyormuş hissini verirken kayalıkların üzerinden atladım ve elimdeki limonata şişesini çöpe attım.
Sonra da oradan uzaklaştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
heartbreaker.
Short StoryYekta: kalbini kırmamı sen söylemiştin Anonim: bu kadar parçalanacağını önceden tahmin etmemiştim.