İyi okumalar!
Saçmalıktı.
Hiçbir şey anlamadan engellenmem saçmalığın daniskasıydı ve sinirlerimi bozmuştu. Telefonumu yatağıma bırakırken durup öylece karşımdaki duvara bakmaya başladım. Aslında beni engellemesi hiç de kötü bir durum değildi. Onunla konuşmak istemiyordum.
Ama benim hakkımda gerçekten bir şeyler biliyordu ve bu benim onu merak etmeme neden oluyordu.
Odamın diğer köşesindeki aynadan kendime bakmaya başlarken gözlerime odaklandım.
Cidden istiyor muydum?
Elim geri telefonuma giderken saate baktım. Bana yazalı yarım saati geçmişti ve eminim ki şuan basket sahasındaydı. Gitsem ona yetişir miyim bilmiyordum çünkü hava çok soğuktu ve beni beklemeyebilirdi.
Elim telefonumu bu sefer de komodinin üzerine bırakırken birkaç şeyi devirmiştim. O günden sonra birkaç gün hastanede kalmış ve takviyeler almıştım. Doktor "Hazel," demişti yatakta yarı baygın yatarken yorgunluktan. "Ölmek mi istiyorsun? Eğer yemezsen ölürsün."
Sonra annem hıçkırarak ağlamaya başlamıştı. Birkaç damla gözyaşının yanağımdan süzüldüğünü hissetmiştim ben de. "Hayır," demiştim. "Ölmek istemiyorum."
Annem kelimelerin ağırlığı ile kendini yanımdaki koltuğa bırakırken doktor bundan sonra yapmam gerekenleri söylemişti.
Devirdiğim birkaç mama şişesini kaldırırken ayağa kalktım. Baş dönmelerim azalmıştı ama hiç yok değildi. Dolabımın önüne geçip en kalın kıyafetlerimi elime aldım. Siyah kalın taytımın üzerine ekru tonlarındaki kazağı geçirmiştim. Yün çoraplarımı bileğime kadar çektikten sonra siyah uzun montumu giydim. Pembe atkımı da boynuma dolamıştım.
İçi yünlü olan botlarımı da giydikten sonra telefonumu alıp evden çıkmıştım. Mesaj atalı neredeyse bir saat oluyordu ve tek dileğim hala orada duruyor olmasıydı.
Kendimi binadan dışarı attığımda tüm gücümle koşmaya başladım. Vücudumun gücü yoktu ancak acele etmem gerekiyordu.
Evim sahile yakındı ancak basket sahası sahilin bir ucundaydı. Bu yüzden daha da hızlanırken elimi cebime daldırdım.
Bu son şansım.
Basket sahası görüş açıma girdiğinde nefes nefeseydim ve kaslarımı hissetmiyordum. Gözlerim aceleyle etrafta gezinmeye başladığında kimseyi görememiştim.
Yoktu.
Adımlarımı yavaşlatırken sahanın yanına daha da yaklaştım.
Basketbol sahasının etrafında izleyenler için ayrı oturma bölmesi bulunuyordu ve tribün gibi katkattı. Gözlerim oraya çarptığında sırtı bana dönük bir beden fark ettim.
Ağzımdan "Sen..." diye dökülen fısıltıyla yabancı bana dönerken boş bakışlarımı onda dolaştırmaya devam ettim. Hafif esmer teni bu soğuğa dayanamamış kızarmıştı. Kafasında siyah bir kapüşon vardı ve elleri siyah şişme montunun cebindeydi.
Onu uzun zamandır görmemiştim.
Kalbime bir iğne en uç noktasından saplanırken "Yekta," dedim kesik sesimle. "Buralarda hiç birini gördün mü?"
Yekta oturduğu yerden kalkarak bana doğru geldiğinde sorgulayan bakışlarımla ona bakmaya devam ettim. Aramızdaki mesafe onun tarafından daha da azalırken bir anda kendimi kollarının arasında bulmuştum.
"Hazel," dedi, sesi garipti. "Ben varım. Yetmez mi?"
Kollarının arasında donup kalırken "Yekta," dedim öylece. Anlamlandıramıyordum.
"Yekta," dedim tekrardan. Sanki ismini defalarca söylemem her şeyi anlamama yardımcı olacaktı. Kollarını benden ayırdığında "Özür dilerim," diye mırıldanmıştı. Bana sarılmasından rahatsız olduğum için adını sayıkladığımı düşünmüştü belki de ancak yanılıyordu. Az önce hoşlandığım kişi bana sarılmıştı ve kalbim şoktaydı.
"Ben," dedim gözlerimi Yekta'ya çıkarırken. "Biriyle buluşacaktım. Buraya gelecekti ama geç kaldım. Sen ne zamandan beri buradaydın? Birini gördün mü?"
"Hazel," dedi Yekta. Konuşurken nefesini dışarı veriyordu ve hava o kadar soğuktu ki nefesi anında buhar oluyordu. "Ben ilk başta seni göremedim. Şimdi de sen mi beni göremiyorsun?"
Yekta'nın ağzından çıkan kelimelerle elim ağzıma giderken şaşkınlıktan açılan ağzımı elimle kapattım. Gözlerim büyürken tek tek mesajları gözümün önüne getirdim.
Ya ben senin hoşlandığın kişiysem?
"Yekta," dedim inanamazken. "Ne diyorsun sen?"
"Biliyorum seni Hazel," dedi burnunu çekerken. Soğuktan olsa gerek ki burnunun ucu kıpkırmızıydı. "Uzun zamandan beri biliyorum. Buraya basket oynamaya geldiğimde sen tam oradaydın," dedi kayalıkları gösterirken. "Elinde sana almayı planladığım limonata şişesi vardı. Sonra o orospu çocuğu geldi. Ağlayarak kalktın oradan Hazel, limonatayı da çöpe attın. Tam o an gelecektim yanına ama hızlı davrandın. Sonra seni eve bıraktığım o akşam var ya, o an tamamiyle anladım seni. Ama sen benden nefret etmek istiyordun ya hani ve o akşam da bana soğuktun. Vazgeçtin sandım Hazel. Bu yüzden canını yaktım. Mutlu olursun sandım. Ben olmazsam eğer mutlu olursun sandım ama Hazel neden benle de mutlu olmayasın ki?"
Gözlerim dolmaya başlarken etraf da bulanmaya başlamıştı. "Yekta," dedim kesik sesimle tekrardan. Konuşmama izin vermezken "Hazel," dedi Yekta. "Ben senden hoşlanıyorum."
"Yekta," dedim gözümden düşen yaşı engelleyemezken. Anında kafamı göğsüne yaslamış ve görmesini engellemiştim. "Ben de senden hoşlanıyorum. Hâlâ."
![](https://img.wattpad.com/cover/310493040-288-k576818.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
heartbreaker.
Short StoryYekta: kalbini kırmamı sen söylemiştin Anonim: bu kadar parçalanacağını önceden tahmin etmemiştim.