Eve girdiğimde ayaklarım, nihayet durmam gerektiğini bana dikte eder gibi ağrımaya başladı. Kapıyı kapatıp oracığa çöktüm. Ne olmuştu, ve ben neden kaçmıştım?
Göğsüm hâlâ, süratli adımlarımın hatırasıyla inip kalkarken derin bir nefes almaya çalıştım. Neyi dışarda tutmaya çalıştığımdan emin olamayarak oturduğum yerden kapıyı kitledim. Belki de ümidi içeri sokmuyordum, belki telaşı belki de Jaebeom'un masmavi hayaletini. Delirecektim. Bize nasıl da bakmıştı öyle şaşkın şaşkın. Gözleri uzun zamandır ilk defa bana bilinçli ilişmişti. Kanım damarlarımda titriyordu. Gözlerimi kapatıp sertçe saçlarımı karıştırdım.
"Sakin ol!" diye komut verdim kendime, neredeyse bağırarak.
Mırıldanarak ve kendime sakin olmayı ısrarla tembihleyerek ayakkabılarımın bağcıklarını çözmeye başladım.
"Sakin ol, Sakin ol..."
"Kimle konuşuyorsun sen?"
Yoojung'un endişeli sesiyle öyle bir sıçradım ki kafam kapı koluna çarptı. Ufak bir küfür savurup kafamı ovuşturdum.
"Hyung iyi misin?"
"İyiyim!"
"Pek öyle görünmüyorsun. Yapabileceğim bir şey var mı? Bir bardak su ister misin, bir ağrı kesici ya da akıl hastanesine konforlu bir ambulans ile hoş bir yolculuk?"
Gözlerimi kısarak ona baktım.
"Ha ha ha çok komiksin!"
Yoojung kıkırdayarak saçını geriye attı. "Biliyorum. "
Mutfağa doğru ilerledi.
"Eğer idol falan olursan hiçbir konserine gelmeyeceğim!" diye bağırdım ardından.
O da aynı şekilde seslendi.
"Zaten paran yetmez!"
Gülerek, ayakkabılarımı çıkarmayı zar zor başardım. Yoojung'la konuşmak beni biraz daha sakinleştirmişti.
Pelte olmuş bacaklarıma dayanarak ayağa kalktım. Merdivenleri yavaşça çıktım ve odama varınca bamyoma girip hemencecik soğuk bir duş aldım.
Su vücudumdan akarken zihnimde, kitapçıda geçen sahneyi oynatıp durdum. Jaebeom'un ifadesini sayısız kez gözlerim önüne getirdim ve Minho'nun söylediklerini çözümlemeye uğraştım. Jaebeom orada çalışıyordu ve bana söylememişti. Bana söylememişti çünkü benimle konuşmuyordu. Benimle konuşmuyordu çünkü ben ona aşık olmuştum. Pekâlâ hikayenin bu kısmı oldukça açıktı; fakat diğer ayrıntılar, aklımı feci şekilde bulandırıyordu. Minho, Jaebeom'la ayrıldığımızdan bahsetmişti sanki daha önceden bir çiftmişiz gibi. Minho, Jaebeom'un benden bahsettiğini ve beni dünyada en sevdiği şey misali dillendirdiğini de söylemişti. İşte burayı anlamıyordum. Jaebeom işe biz konuşmayı bıraktıktan sonra başlamış olmalıydı, öyleyse nasıl ben ona aşkımı itiraf ettikten sonra benim hakkımda midesi bulanmadan konuşabilmişti ki? Nasıl olmuştu da Minho'ya böyle bir izlenim vermişti? Aklım almıyordu. Madem içini burkmuyor ve onu iğrendirmiyordum öyleyse benimle neden konuşmamıştı? Neden aramızdaki her şeyi silip atmış, bizi parçalara ayırıp beni kozmosa katmıştı? Anlamıyordum ve bir şeyleri anlamamaktan nefret ederdim. Her şeyi çözmezsem olmazdı çünkü aklım dışında bir fonksiyonum yoktu. Onu da yitirirsem ben ne yapardım...ve sanırım yitirmiştim. Tek bir istasyon, tek bir tren ve tek bir bilet vardı. Gitmek istesem de istemesem de raylar oraya varıyordu. Yollar hep ona varıyordu. Onu içeren en ufacık şeyden dahi böylesine etkileniyor oluşum fazlasıyla komikti. Kendimi akil sanışım feci şekilde ironikti. Bu acizlikten bir türlü sıyrılamayışım ise hiç ama hiç adil değildi.
☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆
Akşam olmuştu ve ben hâlâ allak bullak bir biçimde yatağımda uzanıyordum. Kafam dağılsın diye bir şeyler okumaya çalışıyor ama bir türlü odaklanamıyordum. Belki de yanlış kitabı seçmiştim, belki de Sylvia Plath okumak için bu akşam hiç de doğru bir zaman sayılmazdı. Mary her nereye gidiyorsa orası fazlasıyla tekinsizdi. Dokuzuncu Krallık varılmak istenmeyen bir yerdi, ancak trende başka her ne oluduğu hakkında yalnızca bulanık fikirlerim vardı. Onlar da kısaca şöyleydi: Mary geri dönüşü olmayan bir paradoksun içinde kapana kısılmıştı, ki bu bana oldukça tanıdık geliyordu, bütün yolculuk; seks, bekâret, ölüm ve yaşama dair tam çözümleyemediğim göndermelerle doluydu. Sanki bütün hikaye yapılan seçimlere dair pişmanlık, hayatın akşına karşı aciz kalan irademize ve her şeye rağmen de elimizden hiçbir şey gelmeyişine adanmıştı. Ya da ben götümden sallıyordum.
Son cümleyi okuduktan sonra derin bir nefes alıp ince kitabı göğsüme bastırdım. Ben ne okumuştum öyle? Hikayenin kısalığına aldanarak Mary Ventura and The Ninth Kingdom'ı kitaplığımdan aldığıma şimdi pişman olmuştum, çünkü edebiyat için oldukça önemli olduğuna emin olduğum bir hikayeyi tamamiyle anlamamıştım ve bu bana kendimi aptal hissettiriyordu. Bugün daha ne kadar beynimden şüphe duyacaktım acaba, bu kadarı yetmez miydi? Kitabı komodine bıraktım ve yatağımdan kalkmadan, gövdemi sarkıtarak yerdeki laptopumu aldım. Bunu yaparken belimi ağrıttım ve ufak bir inilti saldım. Moralim iyice bozulmuştu, üstüne üstlük bilgisayarın açılması da uzun sürüyordu. Ekran nihayet ışıdığında interneti açıp Mary Ventura analizlerini arattım ve karşıma çıkan ilk siteye girip makaleyi okumaya koyuldum. Ancak ilk cümleyi okuyabilmiştim ki kapı zili sessiz evimizde yankılandı. İstemsizce kaşlarımı çattım. Annem eve erken mi dönmüştü? Bu gece nöbeti vardı; eğer iptal olsaydı mutlaka haber verirdi ve Yoojung da arkadaşında kalacaktı, o yüzden bir saat önce çıkmıştı. Yani evde yalnızdım ve bekleyebileceğim potansiyel kişilerin de bu saatte dönme olanağı yoktu. Kısık bir şekilde telefonumda çalan Mazzy Star'dan Mary Of Silence'ı durdurdum. Hikayeyi okurken devamlı olarak bu şarkıyı dinlemiştim ve şimdi durdurunca etraf fazla sessiz gelmişti. Ancak çok geçmeden zil ikinci kez çalınca, laptopu kucağımdan indirip oflaya puflaya yatağımdan kalktım. Merdivenleri inerken kendi kendime söyleniyordum. Her kim geldiyse hiç de hoş gelmemişti. Nihayet eşiğe ulaştığımda delikten bakmadan kapıyı açtım.
Merhaba!!!
Sizi ve buraları çok ama çok özledimmmm!!!
Nasılsınız?
Lütfen yorum ve oylarınızı esirgemeyin!
Diğer bölümü yarın atacağım!
💚💚💚
Bölümü beğendiniz mi?
(Umarım beğenmişsinizdir.)
Neler düşünüyorsunuz?
Kendinize iyi bakın. 🌻♡🌊
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Morning Star' • 2jae *
FanfictionÖyle yakındaydın ki sana uzanmak için, dağlar kat etmem gerekti. Öyle yanımdaydın ki en uzağımdın. Ve benim yerim de uzaktı sana, yanı başındayken bile. Bu yüzden kırılırdı ellerim, her cüret edişinde tenine. Affet, ben sana ihanet ettim, seni çok s...
