26• 'sende başkası var'

277 32 59
                                        

İşimi bitirip Jinyoung'a veda etmek için kütüphanenin girişine yöneldim.
Jinyoung ona yaklaştığımı fark edince kitabını indirdi. Oedipus Rex okuyordu ve pek de eğlenirmiş gibi görünmüyordu.
Kıkırdadım. Tanıdık yüzü bana her daim iyi hissettiriyordu. 

" Gidiyor musun?" diye sordu kısmen fısıldar bir tonda. Gerçi kendi ses tonu da oldukça usul sayılırdı.

Başımla onayladım. "İşim bitti."

" Anladım. Pekala kendine iyi bak öyleyse."

"Sen de." 

" Yol ayrımında babanı katletmemeye çalış!" diye seslendi arkamdan.

Oedipus'a atıf yapıyordu.

Ona dönüp kısık bir kahkaha attım ve " Söz veriyorum." dedim.

Omzumdan düşen çantamı toparlayıp, kütüphaneden çıktım. Adımlarım acalesiz, zihnimse yine doluydu. Dudaklarımda attığım kahkahanın silueti vardı ancak neşesi solmuştu.

Jaebeom'la iyiydik. Beni öptüğü geceyi de öpüştüğümüzü de hatırlıyor gibi değildi. Muhtemelen bir şekilde barıştığımızı; zaten her seferinde böyle olduğunu, düşünüyordu. Ben ona küsemezdim. O bana küsemezdi. Aramızda ne zaman imzalandığı belli olmayan ebedi bir ateşkes vardı ve bozulamazdı. İyiydik. 

İtiraf etmek zorundayım, kırılmıştım. Benim için bütün evrenden bile devasa olan bir şeyin onun hafızasında yer edemeyecek kadar ufak olmasına...  Üzülüp, darılarak kısmen fazla romantiklik ettiğim doğruydu. Sonuçta, o gece çocuk kör kütük sarhoştu; elbette ki hatırlamayacaktı. Yine de düşünmeden edemiyordum: Ben unutur muydum? Sarhoş olan ben, ayık olan da o olsaydı, ve ben onu öpseydim unutur muydum? Dünya dönmeyi bıraksa ve o misafir yatağına sıkışıp kalmışken ve çıplak ayakları bacaklarıma dolanmış, yüzü kızarmışken ve başımız aynı yastıktayken, dudaklarını yalnızca, yalnızca düşünsem bile unutmazdım. Hafızam silinse dahi unutmazdım. Emindim. Ben unutmazdım...

Ampule kafa atan asalak bir güveden farkım olmayışı biraz canımı sıktı. Hatta, kilometrelerce uzaktaki güneşe yüzünü dönen, adını dahi ona olan aşkından alan günebakanın çaresizliğine eşti durumum. Bu da canımı sıktı. Jaebeom'a olan aşkım sık sık canımı sıkıyordu.

Yine de minnettardım aramızın neredeyse eskisi gibi olduğuna. Birlikte sık sık takılıyor, konuşuyorduk. Hep sıradan ve günlük konulardı ama sorun etmiyordum. Onunla sohbet edebilmek güzeldi. Arkadaşlarıyla dışarı çıktığında her zaman beni çağırıyorlardı. Gidiyordum; gülüyor, eğleniyordum. Ama bir şey eksikti. Memnuniyetsiz yaradılışıma küfür edip duruyordum. Ama inkar da edemiyordum, bir şey hep eksikti.  

Sonbahar neredeyse bitmişti ve Güz Festivali'ne on günden az vardı. Nox, Jaebeom'un grubu, devamlı prova yapıyordu. Bir yandan da takımla final maçlarına hazırlanıyorlardı. Yarı finalleri kazanmışlardı. Bütün maçlara da gitmiştim. Onun için hep oradaydım. Tezahürat etmiş ve dizlerini tekrâr tekrâr kanattığında ağlamamaya çalışmıştım. Arkadaşları, benimle bazen "Jaebum'un yanında taşıdığı bir şans biblosu" olduğumu söyleyerek dalga geçiyorlardı. Gülüyordum. Yapılan bütün şakalara gülüyordum çünkü Jaebeom'la iyiydik. Çünkü ben, bir biblo misali olsa bile yanında olduğum için müteşekkir ve bununla sınırlıydım.

Jaebeom'la iyiydik ancak ailemle aramdaki bağ gittikçe inceliyordu. Yoojung'la durmadan kavga ediyorduk. Asabi ve sinir bozucu tavırlarını ergenliğine vermekte zorlanıyordum. Sanki her şeyi özellikle beni irite etmek için yapıyordu. Kaç yaşında olduğunu bilmesem sekiz yaşındaki ilgi çekmeye çalışan bir çocukla aralarındaki farkı söyleyemezdim. Bu yüzden onunla pek konuşmamaya çalışıyordum. Aramız annemle de pek iyi sayılmazdı. Ben Yoojung'u görmezden geliyordum, annem de beni. Sanki onu kıracak bir şey yapmıştım. Bu aralar, Jaebeom ve arkadaşlarıyla takıldığımdan, çok sık dışarı çıkıyor olmamdan hoşlanmıyordu. Ona kızıyordum. Nihayet arkadaş ortamına karışabilmişken bana böyle davranması adil değildi.

Morning Star' • 2jae *Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin