Araba, park ettiğimiz yerdeydi.
Mısır ellerimde, Shownu yanımdaydı. Büyük perde ekran, olması gerektiği gibi karşımızdaydı. Arabalarının içinde öpüşen Jaebeom ve Joy onları bıraktığımız yerde, ardımızdaydı.
Yerinde olmayan tek şey, benim kalbimdi. Kalbimi, Jaebeom'un annesinin arabasının kaputuna bırakmıştım. Ve hatta belki de tekerlerin altına; eve dönecekleri zaman üzerinden geçsinler ve kalbimi, sanki mümkünmüş gibi daha da ezsinler diye. Geriye Jaebeom'dan hiçbir zerre kalmayana dek parçalara ayrılsın, atomları bölünsün, elektronları kozmosa karışsın diye. Oracıkta ölsün diye...Shownu'nun, o an için, yabancı ancak bir o kadar da tanıdık gözlerinde endişe tonları belirdi.
" Youngjae. " dedi.
Öyle usulca söylemişti ki adımı, sanki kelimenin dudaklarından düşüp kırılmasından korkuyordu. Sanki adım camdandı ve Shownu onu öyle nazik telaffuz etmeliydi ki bin parçaya bölünmemeliydi. Shownu, adımı kırmaktan dahi çekiniyordu. Jaebeom'sa kalbimin üzerinde tepindiğinden haberdar bile değildi.
Öyle fütursuzdu ki asla anlamıyordu: onun tabanlarına seriliydi bütün varlığım. Ayakkabısına yapışan kalp, benimdi. Üzerine basarak başkasının dudaklarına ulaştığı aşk, bana aitti. Bilmiyordu. Bu yüzden de kızamıyordum işte. Bihaberliği, onu benim aptal aşkımın bütün mesuliyetinden sıyırıyordu.
Keşke bilseydi. Keşke bilmesini sağlayabilseydim.
Korkaklığımı yenmediğim müddetçe kalbim çiğnenmeye makum olacaktı. Ve lanet olsun ki ben, müebbet yemiştim.Ona baktım, yalancı ancak çabalayan gözlerle.
" İyi misin?" diye sordu.
Sanırım, bunu ikinci kez soruyordu. Çok şüpheli davranıyordum. Huzurunu kaçırmıştım. O harika biriydi ve bunu hak etmiyordu. O an aklıma burayı terk etmek ve onu kendimden kurtarmak, hayal kırıklığınının vücuda gelmiş hali olan beni oradan yok etmek geldi. Gitmek ve ardıma dahi bakmamak... Fakat bu onu daha çok üzerdi. Onu üzmek istemiyordum. Benim için yaptığı onca şeyden sonra olmazdı.
Sahiden gülümsedim, gözlerine bakarak.
Gözleri çok güzeldi.Mavi değiller, dedi içimde biri.
Mavi değiller çünkü mavi gözler başka birinin gözlerine bakıyor.
Alnıma vurmak istedim, hâlâ onu düşünüyordum.
İçimdeki 'biri'ne bağırdım.
Yeter! Artık yeter, çok yoruldum!İçimdeki seni sana küstürmek, bu olsa gerek Jaebeom.
" İyiyim. Hadi, film başlamak üzere."
Gülümsedi. İyi ki gülümsedi, yoksa oraya çöküp hüngür hüngür ağlayacaktım.
Birlikte kaputun üzerine çıkıp bağdaş kurarak oturduk. Film gerisayıma başladı; ben saçlarımı karıştırdım, Shownu bana baktı.
" Zorunda değilsin biliyorsun değil mi?" deyiverdi bir anda.
Film başlamıştı. Audrey Hepburn'den "Breakfast at Tiffany's". Annem bu filme bayılırdı.
" Nasıl yani?" diye sordum.
" Gitmek istersen seni suçlamayacağımı biliyorsundur umarım."
"Üzülürüm evet, ama seni suçlamam."
Aynı bir gerizekalının yapacağı gibi gülmeye çalışıp kekeledim.
" Hehe. N-ne demeye çalıştığını anlamadım. "
Çok yorgunmuş gibi iç çekti. Sırtı kamburlaştı. Pes eder gibi görünüyordu ve bu duruşundan nefret etmiştim.
" Youngjae. " dedi. Dikkatimin tamamını talep ediyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Morning Star' • 2jae *
FanfictionÖyle yakındaydın ki sana uzanmak için, dağlar kat etmem gerekti. Öyle yanımdaydın ki en uzağımdın. Ve benim yerim de uzaktı sana, yanı başındayken bile. Bu yüzden kırılırdı ellerim, her cüret edişinde tenine. Affet, ben sana ihanet ettim, seni çok s...