49. Onun can acısı benim can acım

4.7K 453 164
                                    


Onsuz 4. haftama girmiştim. Dayanıyorum. Henüz kafayı da yememiştim. Ya da yemişte olabilirim bilmiyorum...

Gelmişti sonunda esmerim Sakarya'dan. Geçen hafta Pazartesi günü fakülteden çıkıp Mehmet ile sallana sallana, hayattan bağlantılarını koparmış bir şekilde yürürken sınıf arkadaşlarıyla konuşurken görmüştüm onu. Düz bir yüz ifadesi vardı. Ama arkadaşlarını can kulağı ile dinliyordu. Gördüğüm andan itibaren 3 haftadır alamadığım nefesi almıştım. Uzağımda olduğu için hasret kaldığım kokusunu soluyamamış, sesini duyamamıştım. O gün sanki ona baktığımı anlamış gibi başını çevirmiş göz göze gelmiştik. Güzel kara gözleri mavilerime uzun uzun bakmamıştı, hemen bakışlarını çekmiş arkadaşlarına dönmüştü. Onun için cidden artık bir yabancıydım sanırım. Bütün her şeyimi bilen adam, ruhumdan bedenime kadar en ince detayına kadar beni tanıyan adam bir yabancıyla göz göze gelmiş gibi saniyesinde ayırmıştı irislerini.

Aldığım o nefes boğazımda tıkanmış, heyecanla atan kalbim acıyla kıvranmıştı. Aylarca beni sevmesi için uğraştığım adam yine en başta bana uzak olmuş verdiğim bütün emekleri bir çırpıda silip atmıştı.

Suçlamıyordum bu halini. Ne bileyim bitiren benken bu halleri tuhaf gelmiyordu bana. Ama zoruma gidiyordu işte. Sevgisinden asla şüphe etmezdim. Seviyordu beni. Seviyordu sevmesine de neden çabalamıyordu. Neden tekrar olmamız için adım atmıyordu? Onun için bu kadar kolay vazgeçilen biri miydim?

Gözlerini çeker çekmez hissettiğim acıyla gözlerim dolmuş oradan uzaklaşmıştım. Mehmet arkamdan geliyor, bana sesleniyordu. Ertuğrul'u o da görmüştü ve gözlerindeki hırs ve nefreti görmüştüm. Ertuğrul adına özür dilemiştim ona, hatta benimle konuşmazsa anlayışla karşılarım desem de saçmalama oğlum onun hatası ile seninle neden iletişimi keseyim demişti. Yani hâlâ arkadaşlığımız sürüyordu.

Eski düzene dönmüştüm ama dönmemiş gibiydim. O kadar eksik hissediyordum ki hayat enerjimi yükseltmek yerine mutsuzca etrafta onları izliyordum.

Sahte gülücükler sergilemiyordum mesela.  Ki ben bunları becerecek iyi bir role sahip değildim. Üzgünsem aklımla, kelimelerimle baştan aşağı belli ederdim. Bilerek yaptığım bir şey kesinlikle değildi ama bilmiyorum göz ardı edemezdim hissettiklerimi.

Benliğime özlem duyuyordum. Benliğim derken 23 yıllık hayatımda, doğumdan bu zamana kadar oluşturduğum kişiliğim ya da karakterim değildi. Ben Ertuğrul ile bir olduktan sonra baştan aşağıya onunla bezenmiş, tamamen ona bulanmış bir benken 'benliğime özlem duyuyorum' serzenişim beyhude değildi.

Bitiren benken ona büyük bir sitem ve kırgınlık duyuyordum. Sonuçta beni bu karara o sürüklemişti ve benim dudaklarımın arasından çıkan ayrılık cümlelerin üzerine bir şey dememesi, olumsuz ya da engelleyici hiçbir eylemde bulunmaması beni değersiz hissettirmişti.  Bu kadar çabuk mu kabullenmişti...

Çarşamba sabahı erken geldiğim kampüste kafedeki bir sandalyeye oturmuş sadece bunları sorguluyor donukça gelip geçen öğrencileri izliyordum.

Beni tanıyanlar durup selam verirken, eski bana nazaran sohbeti uzatmak yerine kısa kesiyordum.

Dakikalar hızlı bir şekilde akıyordu. Karşımdaki sandalye hızlıca çekildiğinde irkildim. O zaman daldığımı anlamıştım.

Karşıma oturan Mehmet'e baktım. "Selam kanka." dedi.  Selam verecekken dudağındaki yarayı ve sağ elmacık kemiğindeki morarmayı gördüğümde, "Lan yüzüne ne oldu?" dedim.

"Küçük bir kavga kanka, önemli değil." dedi. Kaşlarımı çattım.

"Ne kavgası? Puşt benden habersiz kavgaya karışmak ne, zoruma gitti."

Barutla YanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin