14- "Seçim senin."

326 31 32
                                    


Parlak şifon gömlekler...

İpek gömlekler...

Pezevenk gömlekleri...

Pullu tişörtler...

Tüllü tişörtler...

Transparan tişört ve gömlekler...

Hawai tişört ve gömlekler...

Ve son.

Taeyong'un her şey senin için hazırlandı dediği, bana ait olan dolapta olan tek kıyafetler.

Kocaman bir dolapta sayısız tişört ve gömleğin içinden normal bir insanın giyebileceği sıradan hiçbir şey yoktu.

Tabi eğer Taeyong gibi pezevenk gömleklerimden biri ile kahvaltı yapmaya gidecek kadar özgüvenim olsaydı işler farklı olabilirdi.

Kısacası varlık içinde yokluk yaşıyordum.

Pes ederek ve ilk fırsatta bu konuyu Taeyong ile konuşmayı not ederek yine içlerinde bir nebze olsun giyilebilecek olan kırmızı ipek gömleği elime alarak yine onlar kadar hayal kırıklığı yaratan pantolonlardan biriyle birlikte üzerime geçirip odadan çıkmıştım.

Şu tipimle gerçekten de Jaehyun ve Yuta'dan farkım yoktu. Tam olarak onun 'sevgililerinden biri ' olarak görünüyordum.

Bu tanım bana her ne kadar tuhaf gelirse gelsin şu an da tam olarak o konumda olduğum gerçeğini hiçbir şey değiştiremiyordu.

Merdiven basamaklarını hızlı hızlı inerek aşağı kata indiğimde yalnız başlarına kahvaltı eden Dejun ve Ten ile karşılaşmayı beklemiyordum tabi.

Ten beni gördüğü an el sallayarak yanındaki boş sandalyeyi göstermişti bile.

"Günaydın Çinli! Gelsene..."

Bana 40 yıllık dostu gibi davranmasına mı yoksa 20 kişilik dev masada sadece ikisi için servis olmasına mı şaşıracağımı ben de bilmiyordum.

"Günaydın."

Ve bu yüzden de verebileceğim en yalın cevabı vererek sıyrılmaya çalışacaktım ki Ten buna asla izin vermedi.

"Yorgun görünüyorsun canım, iyi misin?"

Eh, gece pekte uyuduğum söylenemezdi.

"Yok, iyiyim aslında."

"Dünkü yemekten sonra Taeyong ile uğraşmak zor olmuştur tabii, sinirliyken uyumaz o."

Hadi ama Ten'in bunu bilmesi...
Sizce de biraz garip değil miydi?

"Evet, pek uyuduğu söylenemez."

"Boynundaki izlerden anlaşılıyor canım o."

Ten, kendi söylediğine kahkahalar atarken ben boynunda izler olduğunu bile ondan öğreniyordum.

Fakat bu muhtemelen Jaehyun'un ya da Yuta'nın işiydi.

"Ah, farkında değildim..."

"O belli oluyor canım, durgun görünüyorsun bayağı , bir şeyler yesene."

Ah, bu çocuk gerçekten de susmak bilmiyordu...

"Taeyong bizi kahvaltıya götüreceğini söyledi yemesem daha iyi."

"Geceniz kötü başlayıp güzel bitmiş anladığım kadarıyla..."

Yani, pek öyle denmezdi aslında. Taeyong ile başladığım geceye Jaehyun ile devam edip sabah Yuta ile sarmaş dolaş uyanmıştım.

Buna iyiden ziyade garip diyebilirsin.

Neyse ki daha fazla soru sormasına fırsat kalmadan Yuta gelmiş ve o çok sinir bozucu sesiyle gelmemi söylemişti.

Ten ve Dejun'a afiyet olsun diyerek Yuta'nın peşine takılmıştım ben de.

Dışarıda bizi bekleyen Taeyong'a ulaştığımızda Jaehyun'un da onun yanında olduğunu görünce şaşırmıştım.

Çünkü en son uyuyordu ve kahvaltıya gelmeyeceğini sanıyorduk.

Muhtemelen Taeyong yüzünden uyanmış olmalıydı.

"Bugün çok işimiz var bebeklerim, önce güzel bir kahvaltı ederek güne zinde başlayalım sonra geceki davet ve Çinli'nin ilk görevi için kıyafet alışverişi yapmaya gideceğiz, bu sırada ben sizi biraz yalniz bırakacağım çünkü Efendi ile kısa bir toplantı yapacağım. Daha sonra buluşup bir şeyler içer ve davet için hazırlanırız okay midir?"

İlk görev mi?

Davet mi?

Efendi ile mi buluşacaktı?

Ben saçma sapan kıyafetler denerken Taeyong peşinde olduğumuz efendisi ile buluşacaktı...

Bu hem bir fırsat hem de riskti.

Jaehyun ve Yuta'yı atlatıp peşine düşebilir sonrada kaçabilirdim.

Ama tam tersi bir şekilde bu Taeyong'un bana güvenmek için kurduğu bir tuzak da yakalanıp şu an elimdekileri de kaybedebilirdim.

Ayrıca ilk görev derken. Ne görevinden bahsediyordu bu?

"Görev mi?"

"Evet, Çinli bu gece ufak bir görevin olacak bu hem sana daha çok güvenmemi hem de bizden kurtulman için gereken bedelden düşmeni sağlayacak. Merak etme zor bir şey değil, eminim senin  birkaç saniyeni alacaktır. Sadece yaşlı moronlardan birini kandırarak arka odalara götürmen ve onun üzerinde taşıdığı bir belleği bize getirmen gerek."

Tanrım! Ben nasıl bir belaya bulaşmıştım böyle...

Öyle tipleri bilirdim ve tuvalete bile yanında korumalarla girerlerdi. Hiçbir tecrübem olmadan nasıl onu kandırıp bayıltacaktım ki. Taeyong resmen beni ölüme gönderiyordu ve bunu da çok basit bir şeymiş gibi anlatabiliyordu.

"Ben beceremem ki!"

"Ah, hadi ama Çinli artık bir işe yaraman lazım. Benimle yatıp sevgilim olmaya meraklı değilsen görevler yaparak güvenimi kazanacaksın. Ki hatırladığım kadarıyla dün benimle olmayacağını gayet net bir şekilde söylemiştin. Seni hiçbir şeye zorlanmadığım gibi önüne bir de seçenek ekliyorum.
İşte seçim senin!"

Bu adamdan nefret ediyordum.

Lee Taeyong'un muhtemel sonunun benim elimden olacağına o gün emin olmuştum...

mad life « nct ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin