21- "Mon Salai."

250 24 92
                                    

Taeyong, sabah Jaehyun ile kavga ederek çıktığı için morali bozuktu.
Jaehyun ile kolay kolay tartışmazlardı fakat ederlerse de bu çok büyük olurdu.  Fakat neyseki Jaehyun sain biriydi de sadece üç kere kavga etmişlerdi.

Birincisi Yuta ve Jaehyun'un ondan gizli bir ilişki içersinde olmasından dolayıydı. Ikincisinde Jaehyun, onun Efendi ile görüşmeye gitmesini istememişti. Sonuncusu ise Çinli'yi gönderdiği görev yüzünden olmuştu.

Yuta ile öyle değillerdi, Yuta agresif bir yapıya sahip olduğundan hemen her gün irili ufaklı bir sürü kavga ederlerdi.

Birçoğu Yuta'nın Jaehyun'u kıskanması yüzündendi...
Onun dışında Yuta, Taeyong'un bir dediğini iki etmez sözünden de asla çıkmazdı.

Fakat dün Yuta bile ona Çinli konusunda karşı çıkmıştı. Jaehyun onun için kendisiyle kavga bile etmişti.

Ikiside Çinli'ye birbirlerine olduğundan bile daha çok alışmıştı. Çinli tatlı ve sessiz biriydi. Yuta gibi bir ölüm makinasını bile zor bela da olsa bir şekilde yumuşatmayı başarmıştı. Işte tam da bu yüzden çok tehlikeliydi. Çinli hiçbir şey yapmadan bile Taeyong'u yerinden edebiliyordu.

Belki de onu köşke getirmekle büyük bir hata yapmıştı.

En azından artık ajan olmadığını biliyordu fakat yine de tehlikeliydi.

Kendisine yahut Yuta'ya karşı tamamen mesafeliydi, Jaehyun ile de onlara nazaran daha iyi bir ilişkisi olsa da ona da soğuktu. Çinli bakmaya doyamayacağınız bir  süs çiçeği gibiydi fakat Taeyong süslü şeyleri severdi sevmesine ama öylece durakları değil, işine yarayanları severdi.

O tüm bunları düşünürken tanıdık ev göz hizasına girmiş Taeyong tıpkı onu ilk gördüğü gün olduğu gibi gerilmişti.

Efendi denen kişi Taeyong'un hayatını kurtardığı gibi, ona güç, para, şan, sahte de olsa bir aile bile vermişti.

Ve tüm bunların karşılığında Taeyong'dan istediği tek şey gençliği ve güzelliğiydi.

Onun kadar çaresiz birisi için bu teklif o zaman şişedeki cinin yaptığı bir teklif kadar mantıklı ve doğru gelmişti şimdiki aklı olsaydı yine bu yolu seçerdi elbet Taeyong bunu hiçbir zaman istediği için yapmamıştı, o sokakta kalmış biri olarak buna zorundaydı.

O yüzden Yuta'yı bulduğu gün onu asla bırakmamış, yardım edebilmek için her şeyi yapmıştı. Yuta ile aynı hayata sahipti. Taeyong nasıl düştüğü yerden bambaşka biri ve güçlü olarak çıktıysa Yuta içinde aynısı geçerli olmuştu.

Tek bir fark vardı.

Taeyong bunlar için Yuta'nın hayatını çalmamış, gençliğini ve güzelliğini kullanmamıştı. Elbette aralarında bir gönül bağı vardı lakin tüm bunlar karşılıklı olmuştu her zaman. Taeyong Jaehyun'u bulup getirdiği güne kadar onun için Yuta'dan başka birinin varlığının önemi bile yoktu.

Hala da sarışının yeri her zaman farklı olarak kalacaktı. Her ne kadar son günlerde ilişkileri biraz sarpa sarmış olsa da Taeyong, Yuta'nın Çinli'ye karşı bir şeyler hissetmemesi için elinden geleni yapacaktı.

Onları bir aradayken seviyordu evet ama sevgilerini paylaşmayı asla.

"Efendim geldik."

Şoför Taeyong'u uyararak, kapısını açtı.

Taeyong terlemeye başlayan avuçlarını pantolonuna silerek alışkın olduğu büyük kapıyı çaldı.

Kapı kısa bir sürede açıldığı gibi Taeyong'un arkasındaki güç, koruyucusu, efendisi ve itaat ettiği tek kişi karşısındaydı.

Lee Donghae sanki kırklı yaşlarının başında değilmiş gibi tüm ihtişamı ile biriciğini bekliyordu.

"Ah, Taeyong!
Seni nasıl özledim bir bilsen..."

Genç olanı kolundan tuttuğu gibi kendine çekti ve kolları arasına alıp sıkıca sardı. Müptelası olduğu çiçek kokularıyla karışık Taeyong'un kendine has kokusunu ciğerlerinin en derinlerine kadar çekti.

Bu seferki özlemi bir başkaydı çünkü onu görmeyeli 7 belki 8 ay olmuştu.

"Ah, Mon Salai... Varlığın ayrı yokluğun ayrı öldürüyor."

*Leonardo da Vinci 'nin sevgilisi olduğu düşünülen gence hitap şekli.
Fransızca olarak "Benim küçük şeytanım." anlamına gelir.

Lee Donghae Fransız bir marka grubunun tek CEO'su, ünlü ve saygın bir iş adamıydı.

Tabi bu bilinen kısmı.

Gerçekte ise Taeyong adındaki bu kimsesiz gence ilk gördüğü anda aşık olmuş ve uğruna yapamayacağı, feda etmeyeceği tek şey olmayan zavallı bir aşıktı.

"Arayı bu kadar açan sizsiniz Efendim."

Kollarını büyük olanın boynuna sararak kendisini kucağına almasına izin vermişti.

Taeyong, Efendisinin ona olan sonsuz aşkını çok iyi biliyordu. Ve tabiki onu nasıl yöneteceğini de. Lee Donghae onu cebinde su alacak parası bile yokken, günümüz yüksek sosyetesinin en büyük olmasa da en tehlikeli ve güçlü mafyası olan Mad Life'ın kurucusu ve lideri konumuna getirmişti.

Taeyong ona çok şey borçluydu.

Tüm hayatını...

Fakat bütün bunlara sadece Donghae'nin ona olan aşkı sayesinde sahip olmamıştı elbette.

Çocukluk masumiyetini, gençliğini, ilk öpücüğünden tutun bedeninin her bir zerresini vermişti.

Sivri zekası ve doğru hamlelerle birlikte şu an olduğu noktadaydı.

Fakat hala tüm varlığını Taeyong'a ve onu korumak için harcayan efendisine de büyük bir saygısı ve sevgisi de vardı.

Taeyong onu eskiden bir baba figürü olarak bile görürdü. Tabi sonradan biraz daha tecrübe edince efendisinin babadan ziyade babacim kategorisine girdiğini anlamıştı.

"Yokluğumda yeni bir sevgilin daha olmuş Mon Salai, doğru mu duyduklarım?"

Kucağında minicik kalan bedeni yatağa bırakırken mırıldandı Lee Donghae.

Taeyong'un doyumsuz bir genç olmasından her zaman rahatsız olmuştu.

"Hepsi sizin yokluğunuzla daha iyi baş edebilmek için efendim... Kalbimin  tek sahibi sizsiniz ve sadece de siz olacaksınız."

Lee Donghae elinde büyüyen bu minik şeytanın ne kadar manipülatif olabileceğini en iyi bilen kişiydi. Gerek zekasını gerek vücudunu gerekse de dilini kullarak her şeyi çarpıtabilir, çok kolay yalan söyleyebilirdi.

Donghae onun akıl hocası olduğu için zaten zekasıyla ve diliyle hiç yenememişti fakat söz konusu Taeyong'un vücut dili olunca işte onu efendisinden başka kimse daha iyi bilemezdi.

"Yine yalan söylüyorsun Mon Salai, ve en iyi sen bilirsin ki ben yalan söylenilmesinden nefret ederim."


mad life « nct ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin