37-/ ve son.

118 20 35
                                    


"Achilleus'un nasıl öldüğünü biliyor musun?"

Sarışın olan kafasını olumsuz anlamda iki yana sallayarak cevap verdi.

"Hektor ölmüştü fakat savaş devam ediyordu. Troya henüz düşmemişti, bazıları çok uzaklardan olmak üzere birçok müttefik kentin yardımına geliyordu. Yunanlar Akhilleus’un yardımıyla hem Amazonları hem de Kral Memnon önderliğindeki Habeşistanlıları mağlup etti. Ancak, Akhilleus kaderinde genç yaşta ölmek olduğunu biliyordu, annesi ona Troya’da savaşırsa kısa bir ömrü olacağını söylemişti. Ölümü, Helena’yı kaçırarak savaşı başlatan Troya prensi Paris’in elinden oldu. Anlatıma göre Thetis, oğlu Akhilleus’u yaralanmalardan korumak için suları değdiği her yeri koruyan Styx nehrine batırmış, batırırken de topuğundan tutmuştu. Paris onu vücudunun geri kalanının aksine kuru kalarak saldırıya açık olan topuğundan vurmuş, böylelikle bu büyük savaşçıyı yere sermişti.

Nihayetinde Yunanlar savaşı kurnazlığıyla ünlü İthaka kralı Odysseus’un tasarladığı dâhiyane bir hileyle kazandı.

Ve efsanevi, yenilmez Troya bile düştü."

Eğer Mad Life'ı Troya'ya benzetecek olursak, Taeyong, Achilleus,  Jaehyun ise Hectordu. Benim güzelim, Sicheng'im ise elbette Helen'di. Ben ise Achilleus'u arkasından vuran, Helen'a aşkından gözü dönen Paris'dim.

Fakat bizim hikayemizde ölen Paris olmadı. Helen öldü.

"Troya'nın düşüşü hikâyesinde kralın kızı Cassandra olacakları önceden görüyor ve Troyalıların büyük atı şehre sokmalarını önlemeye çalışıyor,ama onu kimse dinlemiyordu: Üzerindeki lanetti bu, hakikati görecek, bunu söyleyecek, ama onu kimse duymayacaktı."

Sicheng'in ilk geldiği günü hatırlıyorum, daha onu gördüğüm ilk saniye her şeyin farkına varmıştım. Taeyong'un alıcı gözlerini fark etmemek zaten imkansızdı. Ve onu ikinci kez birisi için böyle görüyorduk.

Nitekim haklı da çıktım. Taeyong, Sicheng'e el koydu, babasını öldürdü. Ona yeni bir isim verdi, bizimle yaşamaya, bizden biri olmaya, onu sevmeye zorladı. Yeni ve farklı olan o olduğu için Sicheng'e karşı olan ilgisini, merakını kıskandım. O kadar çok nefret ediyordum ki ondan, Taeyong'u ikinci kez kaybetmek, onu biriyle daha paylaşmaktan deliler gibi korkuyordum.

Oysa o bana hiç ait olmamıştı,
biz onunduk ama o herkesindi...

Sonumuzun Sicheng tarafından geleceğini daha ilk günlerde anlamıştım.
Çok açıktı zaten, Jaehyun onu seviyordu, Taeyong ondan alamadığı ilgi yüzünden hırs yapmış, yanlış kararlar veriyordu.
Ben ise en beteriydim.

Yavaş yavaş bana yasak olana kendimi kaptırıyor, ona aşık oluyordum.

Taeyong'u birçok kez uyardım, Çinli 'nin sonumuz olacağını ona defalarca kez söyledim.

O zeki bir adamdı, bunun hep farkındaydı ama görmek, kabullenmek istemedi. Çünkü Taeyong için Çinli tehlike arz etmeyecek kadar korkaktı.

Fakat zaten ben korktuğum da Sicheng'in kendisi değildi, ben Sicheng'e karşı hislerimi kontrol edememekten korkuyordum.

Taeyong'a bir hayat borçluydum, bu yüzden Sicheng ile buradan kaçmaya karar verdiğimizde her ne kadar bunu istemiş olsamda yapamadım.

Taeyong'u öldürmeye kıyamadım.

Keşke öyle bıraksaydı, Jaehyun ile mutlu olabilirdi ama o açgözlü bir adamdı.
Hepimize sahip olmayı istedi, öfkesi ise en korkunç yanıydı.

"Keşke böyle olmak zorunda olmasaydı..."

Kollarım arasındaki ince uzun bedene döndüm. Sarı saçları rüzgarın etkisiyle uçuşuyordu. Kulağının arkasına iterek yüzünü açıkta bıraktım.

mad life « nct ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin