10

76 16 37
                                    

  

   Bazen insan en ufak bir olaya ağlar, tanımayan insanlar onun çok duygusal olduğunu düşünürdü

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

   Bazen insan en ufak bir olaya ağlar, tanımayan insanlar onun çok duygusal olduğunu düşünürdü. İnsan belli süre ağlamazdı ya da ağlayamazdı. Kimisi için çok anlamsız gözüken olaylar aslında tüm zamanın birikmişliğini taşıyan kişi için kocamandır. Ağladığı şey o olay değil, içine attığı yüklerdir.

   Yükler insanı kemirir, daha çok kemirirdi. İçeride biriken yükler insanı çürütürdü fakat gözle görülmezdi. İçimizde, organlarımızdan daha ötede bulunan varlığa ruh deniliyordu. Çoğu kişinin ruhu çürümüştü. Çürük portakallar ihtişamlı poşetlere koyulmuştu.

   Dünyanın bir kısmı aydınlıkken diğer kısmı karanlıktı. İyilik her yere ulaşamazdı, aydınlık her yere ışıklarını saçamazdı. Gündoğumunu da beklemek her insanın işi değildi. Çürümüş ruhlar, ihtişamlı bedenlerle karanlığa teslim olmuştu.

   Teslim olanlar, ne insanlığa ne de karanlığa yenilmişti. İçlerinde bir yerde eksiklik duygusu, vazgeçme duygusu ruhtan öte bedeni ele geçirmişti. İhtişamlı bedenler, karanlık zihinleri doğurdu. Gün doğmadı ama karanlık zihinler artmaya devam etti.

   Bazı eller uzatılmadı, bazı çürüyen ruhlar görülmedi, karanlık zihinler aydınlığa kavuşturulamadı. İnsanlar, insanları böyle kaybetti.

   Umut, böyle yenildi.

   Karanlık geçmiyor, her saniye daha çok artıyordu. Nöronlara saldıran korku, kocaman bir karanlık doğurdu ve umudu siyaha boyadı. Savaşılmayan korku, ölüme terk edilemezdi. Çünkü ölüm, hiçbir zaman vaktinde gelmez ama her ölümün doğru vakti vardı.

   İnsanlık kelimelerde kayboldu, kelimeler ritimlerle dans etmeye başladı. Bir kaçış yolu bulan gözyaşları firar etti. Damlalar teninde buluştu, fotoğraf ıslanmaya başladı. Yağmur çürüyen ruhuna yağıyordu, gökyüzünde bir tane bulut yoktu. Yağmur sahi nereye yağıyordu? Kafasını kaldırıp sokağın sonunu görecekmiş gibi bakmaya başladı.

   İçinde fırtınalar kopuyordu ama ihtişamlı bedeni asfalt yola mıhlanmış, kimse sökemez dercesine ayakları yere sağlam basıyordu. Gözyaşlarını elinin tersiyle sildi, güneşin gözyaşlarını gökyüzüne karıştırmasına izin vermedi.

   Gözyaşıyla ıslanan fotoğrafı ceketinin iç cebine koydu, silkinip yürümeye devam etti. Bu kez de eve uğramadan gidiyordu, Francis buna hazır değildi. Annesiyle yüzleşmeye hazır değildi.

   Uzaktan gelen sinyaller telefonuna ulaşınca bacağı titredi. Titreyen bacağı değildi, telefondu. Aynı yalnız kaldığı o gece titreyen şeyin bedeni değil, ruhu olduğu gibi. İçeriden olan bir şey dışarıya yansıyor, ama insanın gözü sadece dışarıyı algılıyordu. Belki de bu yüzden çoğu kişi karşısındaki yıkılmış bir şekilde çürüyen ruhunu görmüyor, onu anlamıyordu. O bunlardan kimseye bahsetmemiş, zaten kimse de onu anlamamıştı.

SAKLI DÜNYAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin