Burada ne yapacağını, yüzündeki izle nasıl yaşayacağını düşünmeden duramıyordu. Meghalaya ormanı bildiği kadar Umiam gölü, birçok şelalesi, devasa ormanlarıyla olan bir yerdi. Hindistan’ın kuzeyindeydi ve şehir hayatından hiçbir şekilde iz yoktu. Kelime anlamı olarak “Bulutların yaşam alanı” demekti. Sene boyunca yoğun yağışlara maruz kalıyor, muson ormanlarıyla dolup taşıyordu. Bir çölle ya da asla gündüz gözü görmeyen bir ormanla değil.Biraz daha zihnini zorlayınca üç tane tepenin etrafı çevirdiğini hatırladı. Sayısız şelalesi, kireçtaşı mağaraları -buraları gezecek vakti daha olmamıştı- kendisi için yaşayan köprüler olan ama terim adı kök köprü olan köprülerle doluydu. Ve bu köprüler yıllar geçtikçe büyüyordu.
Kendileri Doğu’nun İskoçyası denilen, eyaletin en büyük kenti Shillong dağların ortasındaydı. Öğrendiğinde en çok şaşırdığı şey ise Khasi halkının yeryüzü ile cennet arasında özgürce seyahat ettiklerine inanmaları oldu. Tabi bu bir zamanlar geçerliydi çünkü aralarından biri yaşam alanlarından birinde bir ağaç kesmiş ve cennet kapılarını tamamen kapatmıştı. Saçmalığın daniskası.
Ve bir müze vardı, Don Bosco Yerli Kültürler.
Hindistan’ın el değmemiş bölgelesi: Meghalaya. UNESCO listesinde bulunan Garo Tepeleri, Balpakram Ulusal Parkı, Nokrek Ulusal Parkı, Tura Zirvesi Orman Rezerv Alanı ve son olarak Suji Yaban Hayatı Koruma Bölgesi. Bunların hiçbirini ama hiçbirini gezecek vakitleri ya da imkanları olmamıştı.
Ses var diye aptalca ormana giden Adam’ların iyileşmesini beklemiş, yağmurlar sürekli başka sorunlar çıkarmış, istedikleri imkanları elde edememişlerdi.
Bugüne kadar burayı araştırma işini Emma’ya bırakmış ama nedense onlara anlatmamıştı. Nadia tüm bunları ona bakan Avcı’dan öğrenmişti ve avcı ona bu bilgilerin yazıldığı bir mini kitap hediye etmişti.
Ona çok iyi bakıyorlardı, ağrıları geçmiş ve uzun süredir açlık hissetmiyordu. İyileştiği an buralardan uzaklaşıp gidecekti. Yeniden Adam’ların yanına gidecek ve gördüğü her şeyi anlatacaktı. Avcıları, giyim şekillerini, buradan gözüken devasa sarayı, gece ormanını, dev kurtları, onu koruyan kocaman ayıyı bile.
Hemşire odaya tekrar girdiğinde elinde yapraklar ve onları ezmek için kullanacağı aletler vardı. Bitkilerin özünü çıkardıktan sonra Nadia’nın yüzünü açtı ve oraya nazikçe sürdü. “Geçmiş olsun tekrardan.”
“Teşekkürler.” Bu kadını sevmişti çünkü hem çok cana yakın hem de işini en iyi şekilde yapıyordu. Birkaç saat daha durduktan sonra yatakta daha fazla sabredemedi ve çizmelerini ayaklarına geçirdi. Üstüne kısa bir süre göz atmış ve kir içinde olan kıyafetleri görünce bundan vazgeçmişti.
Sırtı sürekli yatmaktan ağrıyor, beli kopacak gibiydi. Odada turlamaya başladığında kapı açıldı ve içeri bir kadın girdi. Giydiği kıyafetlerden halktan biri olmadığı çok belliydi. Aslında bunu kafasındaki taca bakarak da anlayabilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAKLI DÜNYA
FantasyNadia sıradan bir hayat yaşıyordu. Amcası yıllar önce onu araştırma merkezine alana kadar. Seve seve çalışmayı kabul etti. Nereden bilebilirdi ondan varlığını kanıtlamasını istemediği ama bulması gereken bir peri istediğini. İki grup kuruldu, iki b...