Çoğunluk hayatını bir hiç uğruna yaşardı. O anlamsız yanlışlarda takılır ve hayatın o güzel yönünü yitirirdi. Francis ise tüm bunların tam tersi olmasını istiyordu. Hayatı her şeyiyle yaşamak ve artık kendini özgür hissetmek. Kendini özgür hissettiği kadar güveni de görebilmek.
"Francis, çok fazla gizlediğin şeyler var. Ve sen bu duruma rağmen sana gözüm kapalı inanmamı istiyorsun." demişti Daisy. İşte bu cümleler onu yerle bir eden şeylerdi. Daisy haklıydı, çok şey saklıyordu.
Kapısı çaldığında elindeki viskiyi bir köşeye koydu. Yaşlı gözlerini silerek kapıya ilerledi. Adımları biraz sarsaktı, şu an bu durumda olmaması gerekiyordu.
"Efendim Alvin?"
Cevap alamadan Alvin içeri girmişti. Normalde buna kızabilirdi, müsait olup olmadığını sorması gerekiyordu. Ama ruhsal olarak yaşadığı çöküşü birine anlatması gerekiyordu. Belki yazmalıydı ya da çizmeli. Belki de notalara aktarıp saatlerce piyano başında oturarak sırtının ağrımasına neden olurdu. Ama dertlerini bu soyut şeylerle paylaşırdı.
"Francis ne bu haller? İşimiz başımızdan aşkın ve sen gelmişsin içiyorsun? Hem de hiç huyun olmamasına rağmen? Ah Tanrı'm!"
Alvin odada voltalar atarken Francis ona sadece baktı. Ne olduğundan haberi var mıydı? Neler yaşadığı hakkında bir şeyler biliyor muydu? Onunla göz göze geldiğinde bir şey demedi. Çok yorgundu ve uzun bir uyku diliyordu. Belki de uyandığında normal bir insan olurdu, normal kavramı herkesin kafasında farklı şekillerde bulunsa da.
"Francis ne oldu sana?"
Alvin endişeli gözüküyordu şimdi. Duyguları bir inişli bir çıkışlıydı. Önce öfkesini kusmak için gelmiş birine benzerken şimdi ona anlayışla yaklaşan bir annenin merhametini taşıyordu. Tanıdığı herkesin neredeyse yabancı olduğu o anneden gelen merhamet duygusunu.
"İyi gibi mi duruyorum Alvin?" Her şeyi şimdi ona anlatmak istedi, öğrendiği şeyin ağırlığı altında ezilmeye dayanamıyordu. Sakladığı sırları ve gizemleri ona açmak istiyordu. Ama belki de en son doğru olacak kişiydi. Ya da ilk. Francis artık hiçbir şeyden emin değildi. Kafasının içinde aynı anda iki şarkı çalıyor gibi hissediyordu. Ama bazı şarkıların karışımları daha uyumlu ve ruha daha ağırdır.
"Kendini hasta edeceksin."
Birkaç tur daha attıktan sonra Francis'ten umudu kesmiş gibi uzaklaştı. Kapıyı arkasından sertçe kapattığında Francis bacaklarındaki gücü yitirdiğini hissetti. Kendini odanın ortasına bırakarak yere uzandı.
Kendisine bir lakap takacak olsaydı "Hastalıklı Ruh" derdi belki de. Çünkü hiçbir şey yolunda gitmiyor, oldukları çukur her geçen gün daha çok bok çukuruna dönüyordu. O ise yüzerek kurtulabileceğine inanıyordu, umut ediyordu.
Enkazın altında kalmış gibiydi. Tüm hayalleri ve hayatı üzerine yıkılmış, sahip olduğu şeyleri kaybetmişti. Göz yaşları yanaklarından akarken bir kez daha yenildiği için kendine kızdı. Nasıl hissettirdiğini biliyorlar mıydı? Bu kadar saklı bir hayat yaşamanın acılarını görüyorlar mıydı? Dertlerine deva olabilecekler miydi ki?
"Boşver hastalıklı ben." diye kendiyle kesik nefesleri arasında dalga geçti.
Geç saatlere kadar soğuk yerde yattı. Viskiye uzandı ama bundan vazgeçti. Pencerenin pervazına ilerleyerek dışarıya baktı. Ay ışığı etrafı aydınlatmaya çalışıyordu. Ortalıklarda kimse yoktu.
"Düşen yağmur damlalarını say oğlum, o kadar zaman sonra dönerim."
"Ama ben onları sayamam ki?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAKLI DÜNYA
FantasyNadia sıradan bir hayat yaşıyordu. Amcası yıllar önce onu araştırma merkezine alana kadar. Seve seve çalışmayı kabul etti. Nereden bilebilirdi ondan varlığını kanıtlamasını istemediği ama bulması gereken bir peri istediğini. İki grup kuruldu, iki b...