⒈ 17.08›15.55

15K 577 451
                                    

Acıttığı zaman, güzel acıtmalıydı. İnsan eğer bir acı uğrunda yanacaksa şayet bu öyle alelade bir acı olmamalıydı zira buna değmeliydi. Çünkü zaman bunun için akmıyordu; gözden düşen yaşın bile bir vakit aldığını düşününce, buna ayrılacak acı bile değerli olmalıydı.

"İsminiz?" Elimdeki kalemi bardağa götürüp gözlerimi karşımda duran kıza diktim. Yanındaki uzun boylu oğlan yüzünde anlamsız bir ifadeyle kolunu kızın omzuna attı ve: "Sen ikisine de Emre yaz kardeşim," dedi. Bu bayıklığa gözlerimi devirmek istesem de kendimi tuttum. Ne zannediyordu ki? Sevgilisinin sadece adını alarak ona bir anda evlenme teklifi edeceğimi mi? Bazen, bazı insanlar gereksiz bir paranoyanın içinde boğuluyorlardı. Bardakları yan tarafa koyup geri kasaya geçtim. 

Telefonumu elime alacaktım ki bir başkası geldi. "Büyük boy latte," siparişini girip ona pos cihazını uzattım. İşimin bitmesine henüz bir saat vardı; o kadar yorulmuş ve tükenmiş hissediyordum ki değil bir saat, bir dakika daha duracak tahammülüm kalmamıştı. 

"İsim alabilir miyim?"  diye sordum bugün belki milyonuncu defa falan. "Ezgi," diye yanıtladı elindeki broşüre dönüp. Uzun pembe tırnaklarının üzerindeki taşlar parlıyordu. İsmini yazıp bardağı gönderdim. Tek istediğim yatağıma kavuşmaktı. 

Tanışamadık, Arda ben. Yirmi beş yaşında, işletme okuyan işsiz bir fukarayım. Gündüzleri okulda akşamları kafede vaktimi çürütürken tüm bu hayat telaşesi dedikleri şeye köleyim kısaca. Zor ama yaşamak zorundayım. Bir üniversite bitirip işsiz kaldığımda, neden ikincisi de bitirip işsiz kalmayayım ki diye düşünerek işletme okumaya karar verdim geçen sene. Yani zaten zor olan hayatıma tüy diktim. 

"Merhaba," biri dikildi karşıma ben telefonumu aldıktan sadece beş dakika sonra. Hemen kilitleyip cebime attım. 

"Merhaba, hoş geldiniz," diye yanıtladım. Boyu benim boyumdan neredeyse bir kafa kadar uzundu. Koyu mavi gözleri hoşgörülü bir tebessümle kısıldığında göz kenarlarında ve dudak kenarlarında kırışıklıklar meydana geldi.

"Ben buzlu americano alayım, orta," gözü arkamdaki büyük menüdeydi. Yoğun parfümü bütün kafeyi doldurmuştu sanki. Üzerindeki siyah takımın beni boğduğunu hissettim; resmi şeylerden nefret ediyordum. "İki parça da çikolatalı kek."

Siparişini girdim. "Nakit ödeyeceğim," dedi ben pos cihazına uzanmışken. Nakit taşıyan insanlar beni şaşırtıyordu. Uzattığı yüzlük banknotu alıp para üzerini verdim. Boynum tutulmuş gibi ağrıyordu.  

"Arda yemek zamanın geliyor sen çık istersen artık kalanını ben hallederim,"  Melis'e döndüm. Çikolatalı kekleri hazırlarken bana bakmadan konuşmuştu. 

"Tamam," dedim ona. Orta boy bir bardak alıp kalemin kapağını çıkarttım. "İsminizi rica edebilir miyim?"

"Yakut,"  kafamı kaldırdım. "İsmim, Yakut."

Kendimi tutamayıp güldüm. "Özür dilerim," dedim sonra bardağın üzerine Yakut yazarken. "Sadece ilk kez duyuyorum."  Bardağı Melis'in önüne koyup geri kasaya döndüğümde ellerini altındaki siyah kumaş pantolonunun ceplerine sokmuş bana bakıyordu. 

"Evet, nadirdir."  Göz kırptı. Fazla keko bir hareketti ancak öyle ağır bir aurası vardı ki onda sırıtmamıştı. Koyu mavi gözlerini benim gözlerime dikmiş öylece bakıyordu sanki onu bir yerde görmüş gibi hissediyordum kendimi. Yakışıklı bir yüze sahipti; kavisli kalın kaşlarının altındaki maviler çok keskin bakıyordu. Çıkık elmacıklarını daha da göze batıran, kirli sakalının saklayamadığı kemikli çenesiyle o kadar ağır duruyordu ki insana kendisini küçük hissettiriyordu sanki. Biçimli dudakları iki yana kıvrıldığında kaşlarımı kaldırıp hafifçe başımı salladım kendime gelmek için. Her geleni böyle incelersem dayak yerdim şüphesiz.

Ölü Venüs [bxb]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin