51 ❝zaman makinesi❞

1.8K 198 78
                                    

zaman sıçraması: 1 yıl sonra

Gözlerimi açtığım zaman ilk gördüğüm şey metal yüzüğüm oluyordu artık. Güneşten önce, eşimden sonra. Evleneli sekiz ay kadar oluyordu ve hayatımın en tatlı sekiz ayıydı. Aslında tek fark soyadımdaki o minik değişiklik, parmağımdaki yüzük ve evimdi. Yakut'un tavırları aynıydı, bakışları aynıydı, dokunuşları aynıydı. Yerimde gerinirken mutfaktan çatal bıçak sesi geliyordu. Bıkmamıştı hâlâ bana bir şeyler hazırlamaktan. İşe gideceği sabahlarda dahi kalkıp kahvaltı hazırlıyordu. Yerimden savsak adımlarla kalkıp önce banyoya geçtim. Mutluluğum ben nefes aldıkça daha da büyüyordu içimde sanki mümkünmüş gibi. Böylesine bir sevgi nasıl var olabilirdi sahi? Nasıl her an daha da artabilirdi?

"Günaydın," dedim mutfağın girişine yaslanıp ellerimi altımdaki eşofmanın ceplerine sokarken. Bana dönüp gülümsedi, krep yapıyordu.

"Günaydın bebeğim, neden kalktın? Ben uyandıracaktım hazır olduğunda zaten."

"Neden uğraşıyorsun bu kadar?" yanına geçip yaptığı kreplerden bir tanesinin kenarını kopartıp ağzıma attım. "Bırak da bir sabah ben hazırlayayım."

Boynumdan uzun bir öpücük çalıp geri tavaya döndü. "Hoşuma gidiyor," dedi. "Eşime de kahvaltı hazırlamayacaksam artık."

Burnumu kırıştırıp güldüğümde kıkırdamıştı. İkimiz de hâlâ buna alışabilmiş değildik. Mehmet ve Atlas durmadan dalga geçiyorlardı; asla bal ayından çıkamayacağımızı, durmadan yapışık yapışık olduğumuzu söyleyip duruyorlardı. Umurumda bile değildi. Çok huzurluydum ve isteyen istediğini söyleyebilirdi doğrusu.

"Bugün ne yapacaksın?" diye sordu. Mezun olmuş boş boş takılıyordum sağda solda. Mehmet artık kalıcı aşçı olduğu için epey yoğundu, onunla çok zor görüşüyordum. Rasim ise memleketindeydi; orada bir yere yerleşmişti ve bu biraz Yakut'un yardımları ile olmuştu.

"Bilmiyorum," dedim dudak büküp. Son krepi de tabağa koyup ocağın altını kapattı. Elleri iki yanımdan tezgaha yaslanırken eğilip çenemin ucunu öpmüştü. "Sanırım gidip iş bakacağım artık. Malum kocam bana dönerci dükkanı açmıyor."

Gözlerini devirdi. "Sana gayet makul bir teklif de bulunmuştum diye hatırlıyorum?" saçlarımı geriye iteledi. "Hâlâ geçerli."

"Zengin kocam var ama yararlanamıyorum."

Tatlı bir kahkaha attığında dudaklarımı birbirine bastırdım. Şirkette çalışıp belli bir miktar biriktirmemi istiyordu, sonra da dükkan ve kalan her şey için yardım edecekti ancak ben şirkette çalışmak istemiyordum. Şirkette çalışmanın fikrimi değiştireceğini düşünüyordu. Dudak büktüğümde parmakları arasına sıkıştırdı dudağımı.

"Ağlama, hadi kahvaltı edelim. Belki babam senin için bir şeyler ayarlar."

Normal kelimesinin tanımıydım artık ben. Sabahları uyandığımda gün içinde yaşayacaklarım için endişe etmiyordum, gece kafamı yastığa koyduğumda rahat bir uyku çekebiliyordum. Düşmekten korkmuyordum. Gözlerimin kör olmasından, ruhumun delinmesinden korkmuyordum artık ben. Biliyordum ki Yakut vardı. O beni, kendimden bile korumuşken şimdi hiçbir şeyden korkmak gelmiyordu içimden.

Benim çiçekli yolum olmuştu. Yıldızlı gecem, güneşli sabahım olmuştu. O benim en iyileşmiş en sağlıklı hücrem olmuştu. Bu hayatta bana en yakışan maviydi o.

Ve mavi, öyle güzeldi ki, kalbime çok yakışmıştı. 

**

"Yani?" Mehmet önüme makarna tabağını koydu. Kendi tarifiydi ve çok harika kokuyordu. Karşıma oturduğunda çatalı ve kaşığı aldım hemen. "Ne düşünüyorsun?"

Ölü Venüs [bxb]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin