E BOL YORUM?
**Hayatın benim için hazırladığı ve asla tahmin edemeyeceğim türlü oyunlar vardı fikrimce. Çünkü ben ne zaman oturmaya yeltensem, hayır henüz değil diyerek beni yeni bir tanesine davet ediyordu. Yorgunluğumu ve şaşkınlığımı atamadan yeni bir tanesiyle boğuşmak ise artık bünyemin kaldıramayacağı kadar tüketiyordu beni.
Yağmurla karışık yağan kar beremi ıslatırken başım önümde, bakışlarım adımlarımdaydı. Şirkete gelmek istemiyordum ancak birkaç okuma kitabım ve eşyam ofiste kalmıştı. Önemsiz şeyler olsa buraya kadar gelme riskine girmezdim. Yakut'u göreceğim diye ödüm kopuyordu kopmasına ama diğer yandan onu görmek için ölüyordu her yanım. Onu normal bir seviyede özlememiştim. Her hücrem başka kavrulmuştu sanki. Attığı her mesajda midem küçülmüş, her aradığında aklım oynamıştı yerinden.
Ama olmazdı. Mine haklıydı; bizimkisi sağlam taşlar üzerinde bir ilişki değildi. Bu ilişkinin ifşa olması demek Yakut'un her şeyini kaybetmesi demekti ve ben, bunun olmasına izin veremezdim. Benim yüzümden bütün varlığını kaybetmesine izin veremezdim.
Şirkete girdiğimde önce danışma kısmına geçtim, artık buraya ait değildim ve geldiğimi bildirmem gerekiyordu. "Merhaba," dedim burnumu çekip gülümserken. "Yakut Bey odasında mı?"
Pembe boyayla renklenmiş ince dudaklarını birbirine bastırdı önce ve ardından başını iki yana salladı. "Yakut Bey çıktılar."
İstediğim de buydu. Onu orada bırakıp asansöre geçtim. Yine kalabalıktı, kalabalık yine delirmiş gibi çalışıyordu. Artık buranın bir parçası olmadığım için bir parça buruk da hissetsem önemli değildi; bir şeyleri idare edebilecek gücüm vardı. İlk kez acı içinde kalmıyordum ya sonuçta. İlk kez dizlerim parçalanmıyordu. Evet epey bir sarsılmıştım, ciğerlerim hâlâ kan doluydu ancak problem değildi. Problem değildi.
Yanan gözlerimi kırk altı kat boyunca sıkıca yumdum ve içimi dinledim. Onu deli gibi özlemiştim ve keşke burada olsaydı. Onun olmadığı bir ana denk getirmişken bile onu görmek için dua ediyordum. Uzaktan görsem bile olurdu; sesini uzaktan duysam bile olurdu, kokusunun uzaklığına bile razıydım.
İki kişiyle birlikte indim kattan. Adımlarım kendinden emin taklidi yapan korkak birer karakterdi sanki; titriyorlardı. Aydan yerinde yoktu en azından ona selam verip onunla muhabbet edebilirdim. Kapıyı açmadan önce elim kulpun üzerinde, derin bir nefes aldım ve açıp Yakut'un koltuğuna baktım, boştu; içeri girip ardımdan kapıyı kapattım ve kendi masama ilerledim ancak sonra kapı açılıp kapandı. Yakut içeri girmiş, üzerine kapıyı da kilitlemişti. Kalbim ağzımdaydı an itibari ile. Bedeni bana döndüğünde gözleri sanki hep olması gereken yermiş gibi gözlerime doldu. Onun o okyanus mavilerini ne çok özlemiştim. Bana bakarken gözlerinin ışıldamasını, ellerini, bedenini.
"Selam," dedi ellerini ceplerine sokup bana doğru gelirken. Heyecandan konuşmayı unutabilir miydim? Donan avuç içlerimi birbirine bastırıp bakışlarımı ayaklarıma indirdim önce. "Eşyalarımı toparlamak için geldim," dedim sonra yeniden gözlerine tırmanırken. Biraz önümde durduğunda, ciğerlerimdeki kan boşaldı ve yerine onun kokusu doldu. Uzansam dokunabilirdim. Ellerim ne ara ona dokunmaktan bu kadar korkar olmuştu?
"Tamam," dedi gözlerini çekmeden. Sesi, cama çarpan yağmurun sesinden bile kısıktı. "Tamam toplarla ama önce biraz konuşalım. Çok değil sadece biraz."
Koca iki hafta ondan kaçmıyormuşum gibi, onunla konuşurken öfkeden delirmiyormuşum gibi, sanki aklımın içindeki cehennemde yanmamışım gibi şimdi öylesine sakindim ki ellerimin titremesi bedenimi titretiyordu sanki. Kalbim dilimin üzerine doğru eriyordu. "Tamam," dedim gözlerinden çekilemezken. Bedeni iyice yaklaştı bedenime, öyle ki avucu boynuma yaslandığında sıcaklığı ve dokunuşu ile gözlerimi kapatıverdim. Özlemenin böyle bir ağırlığı mı vardı? Bu kadar zayıf düşürecek, aklımı böyle kaybettirecek kadar?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölü Venüs [bxb]
RomanceOradaydım, gör diye. Yanındaydım, duy diye. Elimi uzattım hisset diye. Ve bekliyorum seni hâlâ, Yolların bana çıksın diye.