YILDIZA BASALIM; YORUM KISMINI KULLANALIM. BİR DE BENİ SEVELİM:")
*
Hayatın hiç durmadan akmak gibi sevimsiz bir meziyeti vardı.
Bazen, sadece kısa bir anlığına bile olsa, biraz dursun istiyordum. Biraz durmalı ve bana nefes almam için süre tanımalıydı. Biraz durmalı ve kanayan yaralarımı tespit etmem için bana yardım etmeliydi. Komik olan şeyse zaman dursa bile, zamana ihtiyacım vardı. Kendi inşa ettiğim o upuzun, kocaman kulemden beni iten durum bozukluklarımın karşısında durmalıydı hayat; ben düşerken zamanı tutmalıydı. Beni kurtarması için, beni öldürenden medet ummak da benim imtihanımdı işte.
Avucumun içine kadar inen kazağımın kollarını sıktırdım soğuktan üşüyüp titrerken. Kantinde oturuyor, gereksiz bir ton şeyden konuşuyorduk ancak benim kafam oraya odaklanamayacak kadar ağırdı. Ağır hissetmeyi sevmemekle birlikte bunun hakkında yapabileceğim hiçbir şeyim de yoktu. Sağ elim kazağımı çekiştirip sıkıştırırken sol elimle içi boşalmış karton bardağımı çevirip duruyordum. Yakut sabah saat beşte, şehir dışına çıktığına dair bir mesaj atmıştı. Benim şirkete geçmemi, işi bitince döneceğini, yapacağım işleri de sekreterine teslim ettiğini de not düşmüştü tek mesaj balonu içerisinde.
Rasim kolunu omzuma atıp gür bir kahkaha attığında kafamı kaldırıp masadakilere odaklandım. Asya yurtta başından geçen komik bir şeyi anlatıyordu heyecanlı heyecanlı. Kısacık saçlarının çevrelediği ufak yüzü soğuktan kızarmıştı. Turuncu beresi yüzünü daha aydınlatırken, kısa kirpiklerini kırpıştırıp bana çevirdi parlak bakışlarını. "Sen iyi misin?" diye sordu. "Biraz dalgınsın sabahtan beri sanki?"
Omuz silktiğimde Rasim'in omzumdaki kolu da yükseldi. "Uykumu alamıyorum ya şu sıralar," diye cevapladım onu. Yalan ağzımda krallık kurmuştu artık. Gerçi çok da yalan sayılmazdı sonuçta; uyuyamıyor oluşum yalandı belki ama uykumu bir türlü tam dolduramıyordum. Sürekli uyanıyor, ağrılarımdan tekrar dalmakta oldukça zorluk çekiyordum. "Ondan."
"Bir doktora görünmelisin bence kanka," dedi burnunu kırıştırırken. "Rengin falan da normal değil kaç gündür. Ağrıların geçmiyor mu?"
Onlar bir kavgada dayak yedim olarak biliyorlardı, kimseye bir şey açıklayacak gücüm de yoktu. Zaten gerek de yoktu. Başımı iki yana salladım cebimden sigara paketimi çıkartırken ama Asya kaşlarını çatıp anlayamadığım bir hızda uzanıp paketi elimden aldı. "Yeter," dedi sonra kızgın bir tonda. "Oturduğumuzdan beri kaçıncı içişin. Yeter Arda."
Evet, yeterdi. Arkama yaslanırken ona itaat ettim çünkü birinin beni gerçekten durdurması gerekiyordu artık. Bir paketi bir haftada bitirirken şimdi haftada iki pakete çıkartmıştım; maddi olarak zaten cebim yanıyordu ama kendime verdiğim psikolojik zararın yanında fiziksel zararımı da artırmak sinirlerimi daha da sündürüyordu. Derin bir nefes alıp başımı geriye, Rasim'in kolunun üzerine yasladım.
Gittikçe soğuyan havalar, zorlaşan dersler, karışan kafam ile birlikte tam iki hafta geçirmiştim. Şirkete beş gün boyunca gidiyor, akşam dokuza kadar çalışıp geri eve dönüyordum ve kafa olarak o kadar yoruluyordum ki bedenen yorulmanın kıymetini anlıyordum resmen.
Bu iki hafta içerisinde beynimi meşgul eden tek şey şirket dosyaları da değildi ne yazık ki. Yakut. Aklımı ve içimi işgal ediyordu ufak ufak. Üzerimde yakaladığım bakışları, minik temasları, gülüşleri ve kalan her şeyiyle aklımı bulandırıyordu. Ancak şu an buna ihtiyacım yoktu. Birini sevmeye, özellikle de başkasını seven birini sevmeye hiç ihtiyacım yoktu. Platonik olmanın da bir seviyesi vardı sonuçta.
"Akşam bir şeyler mi yapsak ya?" diye sordu Mustafa. "Sinemaya falan gidebiliriz? Ya da bir yerlerde otururuz. Sınavlar gelmeden iyi olur hem kafamız dağılır."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölü Venüs [bxb]
Roman d'amourOradaydım, gör diye. Yanındaydım, duy diye. Elimi uzattım hisset diye. Ve bekliyorum seni hâlâ, Yolların bana çıksın diye.