Bakışlarım cama çarpan yağmur damlalarına kaydığı esnada yerimde oturmuş kağıt ayırıyordum. Saat henüz on ikiye geliyordu; biliyordum ki bu gerginlikle bir dakikayı bile zor ederken ben, abim muhtemelen can çekişiyordu. Bir önce kalkıp gitmek istiyordum ancak henüz vaktim gelmemişti. Heyecandan soğumuş parmaklarımı kavradım diğer elimin parmaklarıyla.
"Su ister misin?" diye sordu Yakut oturduğu büyük koltuğundan, kafasını işinden kaldırmadan. Nasıl olur da bana bakmadan ne halde olduğumu bilebilirdi? Algıları fazla açık biriydi. Hissettiğim bu bütün his tümseklerinin arasında bir tane bile güzel bir duygu olmayışı da beni geriyordu. Evet abimi göreceğim için, beni düğününe çağırdığı için çok heyecanlıydım ancak bunun yanı sıra olacakları asla tahmin edemiyor olmak beni korkutuyordu.
"Evet," diye söyledim hızlıca. "Lütfen." Terlemiş avuçlarımı birbirine sürtüp yerimden kalktım. Kafamda birçok senaryo üretmiştim; dayak yiyebilirdim, kovulabilirdim ve hatta öldürülebilirdim bile. Abimin beni çağırmış olmasını nedense bir türlü güzel bir şeylere bağlayamıyordum işte. Beni dört sene öyle atmışlardı ki hayatlarından, şimdi el uzatacaklarına inanamıyordum bir türlü.
Büyük camın önünde durup dışarı diktim yanan gözlerimi. İnsanın ailesini özlemesi azaptan daha azaptı zira biliyordum ki onlar beni özlemiyordu. İşte beni asıl acıtan da buydu; merak edilmiyor olmaktı. Özlenmiyor olmak, istenmiyor olmaktı. Yine de bu mutlu gününde olacaktım onun. Beni kızgın ateşlere de bassa gidecektim ona çünkü o bu hayatta bana verilmiş en büyük ödüldü. Kapı tıklatıldı ve Yakut'un sekreteri iki yarım litrelik sularla içeri girdi.
"Ben alayım," dedim öne atılıp. Titreyen parmaklarım şişeleri kavradığında teşekkür edip gerisingeri çıktı odadan. Bir tanesini Yakut'un masasına bırakıp diğerini açtım ve kafama diktim. İçim yanıyordu sanki. Karıncalar ateşe su değil sanki odun taşıyordu içimde.
"Afiyet olsun," dedi Yakut ben suyu bitirip dudaklarımı sildiğimde. Sonunda kafasını kaldırıp yorgun bakan koyu kürelerini benimkilerle buluşturmuştu. Sabah saat on civarı gelmiştim bugün; parayla ilgisi yoktu sadece akşam geçe kalmamak için bütün işleri bir an önce bitirmek istiyordum. Yakut yanağının içini dişleyip yerinden kalkarken gözleri hâlâ üzerimdeydi. "Neden bu kadar gerginsin sabahtan beri? Bir sıkıntın mı var?"
Başımı iki yana salladım. Yanıma gelip karşıma duracak şekilde kalçasını masaya dayadı ve diğer şişeyi aldı. Böyle yarı otururken bile boyum anca boyuna geliyordu. "Abimin düğünü var dedim ya," dedim mırıldar gibi. Dilim sanki külçe olmuştu ağzımın içinde, kımıldatmak için büyük güç harcamam gerekiyordu. Gök gürlediğinde yerimde sıçradım. Normalde korkmuyordum ancak bugün o kadar hassastım ki her şeye fazla duyarlı davranıyordum. Benim aksime sudan ufak dört yudum alıp kapağını kapattı. Islanmış dudaklarına düştü bakışlarım iki saniyeliğine ve bundan pişmanlık duydum. Gözlerimi kapatıp kafamın içinde patlayan gürültüye verdim kendimi.
"Ne zaman gideceğim demiştin?"
Derin bir nefes çektim içime. Ellerini ceplerine sokmuş, duruşundan taviz vermemişti. Yakın duran bedenlerimizden dolayı kokusu doluyordu burnuma. Rahatsız etmeyen bir parfüm kokusuydu ondan gelen; ben ise leş gibi sigara koktuğuma çok emindim.
"İki gibi burada ol dedi," ofladım gerginlikle. "Kırk dakika sonra falan çıkarım işte. Geç kalmamaya çalışacağım. İzin verdiğiniz için tekrar teşekkür ederim."
Sadece başını sallayıp çekti gözlerini üzerimden. Saçları dağılmıştı biraz, telleri kabarmıştı. Elmacıklarının üzerinde hafif pembelikler komik görünüyordu aslında ama buna gülecek kadar kendimi neşeli hissetmiyordum. Kızarmış dudaklarını yaladı ağır ağır. Pembe dili aptal bir yavaşlıkla dolanmıştı etli dudakları üzerinde, sanki kasıtlı yapar gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölü Venüs [bxb]
RomanceOradaydım, gör diye. Yanındaydım, duy diye. Elimi uzattım hisset diye. Ve bekliyorum seni hâlâ, Yolların bana çıksın diye.