Zaman sıçraması alert: 1 yıl sonra; Perşembe; 03.23
"Yakut," diye sızlandım gözlerimi açamazken. Elim yordamıyla bedenini buldum ve dürtmeye başladım. "Yakut, kalk hadi," dedim bir kere daha. "Eylül ağlıyor Yakut."
"Tamam," dedi Yakut. Doğrulduğunu duydum ancak gözlerimi bir türlü açamıyordum. O kadar yorgun ve o kadar uykusuzdum ki beynim bir türlü ayılmak istemiyordu. Ses kesildi, ardından Yakut'un yatağa oturduğunu hissedince ondan yana döndüm.
"Acıkmış," dedi. "Benim güzel kızım acıkmış mı? Bal kızım benim. İç babacığım hadi."
Eylül'ün süt içerken çıkarttığı sesleri ve sütün biberon ucunda çıkarttığı o gıcık sesi dinlerken güldüm kendi kendime. Eylül'ü yedi ay önce evlat edinmiştik; çok ufaktı, ailesi onu hastanede bırakıp gitmişti ve gerçekten çok güzel bir kızdı. Onu ilk gördüğümde nasıl sarmalamak istediğimi hâlâ daha unutamıyordum doğrusu.
"Gazını çıkartmayı unutma olur mu?" diye söylendim yorganı biraz üzerime çekerken. "Özür dilerim, yarın söz sıra bende tamam mı?"
Sonra uykuya teslim oldum.
Sabah gözlerimi alarmdan önce, Eylül'ün neşeli çığlıklarına açmıştım. Yanımda ellerini ayaklarını çırparak bağırıyor ve Yakut'a gülüyordu. "Hanimiş," diye fısıldıyordu Yakut onu gıdıklarken. Onlara dönüp Eylül'ü göğsüme çekip temiz kokan boynunu öptüm. Ufak yumruğu hemen burnuma yapışırken buna gülmüştüm.
"Günaydın sevgilim," Yakut uzanıp dudaklarımı öptü hızlıca. "Kahvaltıya gidelim mi? Bugün bence biraz ara verebilirsin? Sen olmadan da idare edebilir Gökçe."
Eylül'ün avucunu alıp dudaklarıma yasladım ve uzun bir öpücük aldım mama kokulu elinden. "Olur," dedim sonra anlamsız mırıltılarına gülerken. "Bebeğim, sen de gitmek istiyor musun?" Onu kucağıma alıp karnıma oturttum ve sırtını dizlerime yasladım. On aylıktı, oturabiliyordu ancak tek başına pek başarılı olamıyordu bu konuda. Devriliyordu şişe gibi. "Maviş maviş mi olacakmış benim kızım bugün bakalım?" tek tük saçlarının olduğu başını okşadım ve yanağını sıktırdım. "Benim kızım dünyanın en güzel kızı mıymış? Babaya öpücük ver," yerimde biraz doğrulup boynundan öptüm uzun uzun.
"Hadi hazırlanıp çıkalım," dedi Yakut ayaklanıp dolabına ilerlerken. "Akşama da bir yerlere gidelim ister misin? Şu sıralar çok yoruluyorsun. Hem Eylül'e de değişiklik olur."
"Sütünü başka yerde içmiş olur aynen," Eylül sanki anlamaya çalışıyor gibi ağzı açık halde yüzüme bakıyordu. "Sen nereye gitmek istiyorsun balım?" burnumu ufak burnuna sürttüm. "Nereye gidelim babacığım? Oh benim bal küpüm," Yerimden kalktım Eylül'ü bırakmadan.
Sabahları gözümü açar açmaz ilk yaptığım onu kontrol etmek oluyordu. Nereye gidersem onu da oraya götürüyordum, yanımdan ayırmaya gönlüm o kadar el vermiyordu ki elimden gelse onu üzerime bantlayacaktım. O bize aitti. Bizi aile yapan şeydi. Benim kızımdı. Canımın en içindeydi.
Birlikte banyoya gittik önce. Onu lavaboya oturtup sabitledim ve hızlıca yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçaladım. "Senin de dişlerin var mı bakalım?" parmaklarımla ağzını açtım ama hiç yoktu. Gökçe diş çıkartmasının çok da uzak bir zamanda olmadığını söylüyordu. "Olsun," dedim sonra. "Bir gün çıkar merak etme."
Dikkatli olarak Eylül'ün de yüzünü yıkadım ılık suyla. "Babasının mis kokulu prensesi," diye mırıldanarak yatak odasına geçtiğimde Yakut gülümseyerek bakıyordu yüzüme. Çoktan giyinmişti; üzerinde biraz ince bir kazak, altında kumaş siyah bir pantolonla şirketi ekiyorum diyordu. Eylül'ü onun kucağına verdim.
"Rasim ne zaman geliyor?" diye sordu Eylül için ayarladığımız toz pembe dolaptan bahsettiğim mavi elbisesini ve kurdeleli beyaz kilotlu çorabını çıkartırken. Eylül ise Yakut'un kulağını çekiştirip zıplıyordu.
"Üç dört gün sonra galiba," üzerimdekini çıkartıp kendime v yaka krem rengi bir kazak çıkarttım. "Bilmiyorum ki ararım bugün."
Ancak haylaz eller belime yerleşirken sıcak dudaklar omzuma yerleşti. "Hmm," dedi minik öpücükler bırakıp boynuma ilerlerken. İlk yaptığım elbette Eylül'ü kontrol etmekti; salıncağında elindeki zürafasını kemiriyordu mırıldanarak. "Çok özledim seni," fısıltısı kulağımdan içeri kayarken bedenim titredi ellerinin altında. "Hadi gel, biraz seninle ilgilenmeme izin ver."
İtiraz etmedim. Biraz ateşten kimseye zarar gelmezdi. Dün gece sevişmiştik ancak bedenim ona doymuyordu; Eylül'ün gelişiyle birlikte yatak odamız enerjisini kaybeder sansam da hayır, hiçbir şey eksilmemişti. Yakut beni hiç sönmeyecek bir ateşle yakmaya devam ediyordu.
Altımdaki pijama yere fırladığında doğrulup kendi üzerindeki kazağı da çıkarttı. Avuçlarım taş gibi sert karnında dolanırken yandığımı hissedebiliyordum. Kıvranıyordum, bundan büyük zevk duyuyordu. Dudaklarıma eğildiğinde bacaklarımı beline sardım ve parmaklarımı pantolonuna indirdim.
"Sabahları ayrı bir tatlı oluyorsun," diye fısıldadı çenemi öperken. "Daha leziz, sanki dahası olabilirmişsin gibi."
Parmaklarım altındaki parçaları da sıyırırken boynumu ısırıp çekiştirdi. Kısık inlemelerim öpücük seslerine karışıyordu. Dudakları köprücüklerimden karnıma inerken dirseklerim üzerinde doğruldum. "Bunu yapman beni delirtiyor," diye itiraf ettim. "Seni orada görmek, deliriyorum," beni susturan dudaklarıydı. İşini oldukça iştahla yapan, ıslak, ateşli dudakları ve sıcacık dili. Bu duyguyu o kadar seviyordum ki kendimden geçmekte hiçbir sakınca görmüyordum.
Bedenini üzerime çektiğimde benimle ilk birlikte olduğunda nasılsa, yine aynı dikkatle ve şefkatle sevişiyordu. Bana karşı tavırlarında hiçbir zaman hiçbir değişiklik olmaması bir yana bazı anlarda daha özenli davranıyordu. Gözlerindeki o sevgiyle yanan parıltıları görmek göğüs kafesime güller ekiyordu doğrusu.
Her ayın yirmi yedisi, eve zambak getiriyordu.
Her yıldönümümüzde beni ilk götürdüğü dağ evine gidiyor ve sabaha kadar o koltukta sevişiyorduk.
Her ayın ilk üç günü bir ülkeye götürüyordu beni; o ülkenin en kalabalık caddesinde gözlerime bakıp sıcacık gülümsüyor ve beni sevdiğini söylüyordu.
"Şu kalabalığı görüyor musun?" diye fısıldıyordu dudaklarıma. "Sen konuştuğunda hepsi bir anda yok oluyor."
En yara almış yerlerimi kapatmıştı. En iyileşmez yerlerime merhem olmuş, artık ölmüş dediğim yerlerimi yaşatmıştı. O ucu bucağı olmayan okyanuslarıyla gözlerime değmiş ve içimin ne kadar pisliği varsa götürmüş yok etmişti. Beni öyle toparlamıştı ki ben bir daha yıkılmayacağımı biliyordum. Ellerimden öyle sıkı tutuyordu ki, bileklerimin bir daha kırılmayacağını biliyordum.
"Seni seviyorum," diye fısıldadım dudaklarına, içimdeki hareketleri biraz hızlanırken. "Seni çok seviyorum sevgilim."
"Ben de seni çok seviyorum bebeğim," dudaklarımı öptü tutkuyu bile kıskandıracak kadar yoğun bir şekilde. "Seni hep seviyorum, hep seveceğim."
**
final konuşması için bir kere daha kaydıracaksınız, orayı da okursanız ayrıca sevinirim atıyorum hemen
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölü Venüs [bxb]
RomansOradaydım, gör diye. Yanındaydım, duy diye. Elimi uzattım hisset diye. Ve bekliyorum seni hâlâ, Yolların bana çıksın diye.