10. BÖLÜM - SAVAŞÇI ANKA KUŞU

133 9 0
                                    

Uyumaya çalıştım, pek başarılı olamadım. Gözlerim kapanırken, güneşin ilk ışıklarını görmüştüm...

"Ela'cığım hadi uyan artık. Şşşt uykucu sana diyorum" seslerini duyduğumda uyanmak istememiştim. Gözlerim açılmayı reddediyordu. Birisi aralıklarla bu cümleleri tekrarlıyor, beni uyandırmaya çalışıyordu. Gözlerim ışıkla buluşunca kamaşmaya başladı. Güçlükle açabildim. İpek başımda dikiliyordu. "Hemen, hızlıca uyanıp, toparlanıp, kahvaltını yapıyorsun. Seans birazdan başlayacak. Geç kalmak yok ona göre"

"Saat kaç?"

"On bire geliyor" deyince, aceleyle doğruldum.

"Eyvah geç kaldım" kalkmaya çalışırken kolumdan tuttu.

"Dur sakin ol. Ben yorgun olacağını düşünüp, seansını on ikiye aldırdım. Kahvaltı da hazır, hadi çayını soğutma" dedi.

Gülen yüzüyle bana bakıyordu. Ona gülümsedim. "Seanstan sonra, seninle dışarı çıkabilir miyiz?" dedim. Düşünür gibi yaptı ve devam etti.

"Olabilir, Okan, Mert'i bize bıraktı. Onun yardımıyla gideriz. Yakınlarda çok güzel bir kafe var. Oraya gideriz. Ama seanstan sonra biraz dinlen. Hemen çıkmayalım. Olur mu?"

"Tamam" dedim. Kahvaltımı yaptım, sonra seansa gidip geldim. Yine zor ve yorucu geçmişti. Gözlerim sabahtan beri Okan'ı arıyordu. Mert burada olduğuna göre o da buralarda bir yerde olmalıydı.

Yatağıma uzanınca İpek "Bir saat sonra çıkarız. Doktorunla konuştum. Bunun sana iyi geleceğini söyledi. Ama vaktimiz sınırlı. Seni fazla yormamalıyız" dedi.

"Tamam" diyebildim.

Yarım saat bile yetmişti dinlenmeme. Dışarı çıkacağım için biraz heyecanlıydım. Yatakta kıpırdandım.

İpek'e "Gidelim mi?" dedim.

"Nasılsın?" sorusuna cevap beklemiyordu. Hemen arkasından devam etti. "İstersen biraz daha dinlen" dedi.

"Hayır, kendimi iyi hissediyorum, gidelim lütfen" dedim.

Yavaş yürüyordum. Ama seanslar sayesinde eskiye nazaran daha hızlıydım. İpek, bu gelişmeden pek memnundu. Mert bir tarafımda, İpek bir tarafımda hastaneden çıktık. Arabayla bir kafeye geldik. Aslında buraya yürüyerek de gelinilirdi ama benim durumum malum. Bu yüzden arabayla gelmek zorunda kaldık. Kafeye girip, bir masaya oturduk. Mert, ayakta ve bir iki adım uzağımızda durdu. "Mert gelsene, ne yapıyorsun orada?" dedim.

"Ela Hanım benim işim bu. Her ihtiyacınızda yanınızda olmak ve güvenliğinizi sağlamak" dedi. Ela adını duyunca ufak bir duraksadım ama kendimi çabuk toparladım.

"E yani? Oturunca görevini yapamıyor musun? Yorma beni hadi" dedim. Şaşırmıştı. Şaşkınlığını üzerinden atınca gelip yanımıza oturdu.

Dört kişilik bir masada oturuyorduk. 'Galiba Okan buraya gelecek' diye düşündüm...

Kahvelerimizin siparişini verdik. Onları beklerken konuya girmek istedim. Derin bir nefes aldım. İpek'e dönerek "İpek, ben nereden başlayacağımı bilmiyorum. Çok kızgındım. Bilemiyorum, belki de hala kızgınım. Böyle bir şeyi kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi" üzüntüyle başımı eğdim. "Ben ailemi kaybettim. Onlardan kalan her şeyi, insanlara olan güvenimle birlikte kaybettim. Sevildiğimi sandım, kandırıldım. Yani hayatımda elimde kalan tek şey 'Ben' dim" Kafamı kaldırıp İpek'e baktım. "Ama bir öğreniyorum ki, bende kalmamışım... Bu beni nasıl yıktı anlatamam. Tamamen yok olmuş, kül olmuştum sanki..." dolan gözlerimi silip, kararlı ve dimdik duruşumla devam ettim. "Bana küllerimden yeniden doğma fırsatı vermişsiniz. Sanırım ben de yeniden doğan bir anka kuşu olabilirim" dedim gülümseyerek.

AY IŞIĞIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin