BÖLÜM 10 | TİTANHARA

470 30 53
                                    

Merhaba ay ışıkları
Ve peri ruhları,

Nasılsınız?

Ben Denizli'deyim! ^~^
Aslında bölümü benden size doğum günü hediyesi olarak 12 Ocak'ta yayımlamayı düşünüyordum ama ilham perileri inatçı çıktı. Meğer tatile çıkmış!
Haha.

9K'lık bir bölüm okuyacaksınız. Öyleyse siz de bana doğum günüm için bol bol yorum hediye etmeye ne dersiniz? Daha önce oy vermeyen ya da yorum yapmayan okurlar da sürpriz yapabilir bence.

Kahvenizi kapın, ve bu gece AvC okuyun.
Öpüldünüz.

︻︼︻︼︻ ︻︼︻︼︻

Biri burnumun topsu ucunu yalıyordu. Vanilya kokulu tükürüğü burun deliklerime dolarak beni soluksuz bırakınca dudaklarımı araladım. Dili dudaklarımın arasına girip diş ve damağımı yaladı. Ağzımın içine dolan suyu süt tadı veriyordu. Belki de Arian, dün geceden sonra beni ağıla taşımış, ve burada kalmamın daha doğru olacağına karar vermişti. Şimdi ise beni süt kasesiyle karıştıran bir buzağı yüzümü yalıyordu. Ya da beni annesiyle de karıştırmış olabilirdi. Dertop olmuş kucağıma sokuluyor, sıcaklığımı arıyordu.

“Rahat bırak,” diye sayıklayarak yılışık yaratığı üzerimden itiverdim. Buzağı hazinle mırladı, gül yapraklarından dokunmuş gibi yumuşak uzvunu, kanadını yüzüme çarparak üstümden indi.

Ansızın gözlerimi araladım. Ve başımdan aşağı dökülen cibinliğin forforje tacına bakarken gözlerimi kırpıştırdım.

Buzağıların kanadı olmazdı. Ama ak maralın olurdu.

Biri popoma tekmeyi basarcasına yataktan fırladım. Ağılda değildim, odamdaydım. Arian’ın kucağında uyuya kaldıktan sonra beni gerisin geriye odama taşımış olmalıydı.

Elimin tersiyle yanağımdan boyun girintime doğru akan tükürüğü sildim. Avucumda hafif sümüksü bir doku bıraktı. Gözlerim odanın içini taradı. Balkonun sağ ve sol kenarındaki kubat paye ve kurna üzerindeki fener henüz yanıyor, peri küresi taş kafes içinde narince süzülüyordu.

Çünkü... henüz geceydi. Tanrı aşkına, bir gece döngüsü içine girmiş olabilir miydim?

Gözlerim perdenin altından balkona doğru zarifçe kıvrılarak geçen kanatlı gölgeyi ısırınca küçük bir çığlık attım.

“Ra!”

Ra başını kanadı üzerinden çıkararak bana baktı. Akik gözleri büyülü bir masumiyetle parlıyordu, kirpiklerini kırpıştırdı. Kalbim kursağıma tırmandı ve orada atışını sürdürdü.

“Buraya gel seni hergele.”

Bana koştu. Ben de ona. Mırlayarak boynuma atladığında katıla katıla güldüm. Neşe ve özlemle. Kollarımı kanatları altından kaydırarak sağrısından yakaladım. Sert toynakları dizimin arkasındaki yumuşak deriye sürtündü.

“Büyümüşsün!”

Ra, iki aylık yokluğumda dört ayak üstünde neredeyse belime gelecek kadar büyümüştü. O büyürken yanında olamamıştım. Çünkü fareli bir zindanda pirinç toplarıyla yaşam mücadelesi veriyordum.

Hafif su dalgalı yelesinin büyüdüğü kafa üzerine öpücüklerimi dağıttım. Boynuz köklerine, hafif kabuksu boynuzlarına, yapraksı sivri kulaklarına ve ufak burnunun üzerine de. Ra, başını boynumla omuz arama sürterek gıdıkladı. Kıkırdadım. Başımı yana eğdim. Ben de kürek kemiğiyle kanadı arasındaki o derin noktayı gıdıklayınca yarı kişner yarı çığlıkla üzerimden atladı ve kanatlarını kaldırarak çırptı. Henüz uçamıyordu.

AVCI VE CEYLANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin