꧁ AHU ŞANLIER ꧂
Yabancı, “Ahu,” diye fısıldadı. Göz bebeğini çeviren gümüşi irisler parçalı bulutların rengini almıştı.
“Benim, Vera.”Gümüş gölgeli koyu kahverengi saçları küçük ve başına buyruk tutamlar halinde kanı çekilmiş yanaklarını sarmıştı.
“Vera?”
Bileğini bırakarak, dirseğini boyun hizasından aşağı kaydırdı ve avuçları tavana bakacak şekilde kucağına düşürdü. “Ben… ben çok üzgünüm. Kabus görüyordum ve ansızın…”
Gözleri puslandı, yanakları ıslandı. Az önce uykusunda ağlamıştı ve şimdi şifacının içinde göz yaşları kuruyana dek ağlamamak için alt dudağını ısırdı.
Vera, küçük kollarıyla bedenini kucaklarken onun ne kadar nazik bir kadın olduğunu fark etmemişti. Çenesini omzuna koydu ve kulağına doğru yaklaşarak, “Üzgünüm” diye fısıldadı.
Şifacının parmak uçları ipek yolunda yürür gibi kürek kemiği boyunca bir aşağı bir yukarı hareket etti. Saten geceliği altından tüylerinin diken diken olduğunu hissediyordu. Okşadığı süre boyunca tenini örten acı pelerini kaltı ve dünden bugüne onu kesen, biçen ve ısıran ağrı ve sızıları bir bir yok etti.
Saray Şifacısı, kuru çiçekler ve bitkisel yağlarla merhem hazırlarken, Vera’nın efsunkâr parmakları şifa vermeye yetiyordu. Onun da parmakları ay ışığı saçıyor mu merak etti.
Şifacı, “Sesini duydum,” diye konuştu.
Ahu, geri çekilerek sırtını yatağın tacına verdi.“Acı çekiyordun. Karnından tuttuğunu görünce ağrın olduğunu düşündüm. Ne oldu Ahu?”
Avcı.
Uykusunda gördüğü sivri kulaklı avcı önce kalbine bir ok atmış, sonra gümüş hançerle karnını deşerken o yıkıcı sancıyı iliklerine kadar hissetmişti.
“Sadece kâbustu,” demekle yetindi.
Mahir bir sırmakeşin gümüş telle işlediği heybetli bulutlar, mavi göğü çevirmiş, kristal güneş doğmuştu. Başkent göğü bulutlu ve havası serindi. İpekleri üzerinden atarak dar pervazlı pencerelere doğru yürüdü. Kadife perdeler, tavandan yere sarkıyordu. Yarım ay balkonun taş korkuluklarına dayandı.
Ay ve Obsidyen, kaymaktaşlı, sedef işlemeli, obsidyen kakmalı bir konaktı ve bombeli sütunlar üzerinde yükseliyordu. Çağlayan şelalenin sesi kulaklarında uğulduyor, balsam kokulu çiçek, çektiği her nefeste ciğerine yerleşiyordu. Aldığı nefesin rüyanın kasıklarına işlediği ince sızıyı yok edeceğini umdu. Onun üzerinde düşünmek istemiyordu.
Başkentin cüretkâr rüzgârı saçını uçuştururken, “Ne yapıyoruz?” diye sordu. Vera, sedef rengi ahşap yazı masasının üzerine eğilmiş, ipek tüylü bir fırçayı çiçek desenli parşömen kağıdı üzerinde oynatıyordu. Ayaklarını sumermeri üzerinde kaydırarak, ona ulaştı ve arada bir gümüş hokkaya batırdığı fırçayla ince belli harfler yazdığı kağıda baktı. Nakış nakış işlediği harfler, Ay Kapısı çemberini çeviren kadim şekillere benziyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AVCI VE CEYLAN
Fantasia"Yavru ceylan," diye fısıldadı. "Yolunu mu kaybettin?" Avcı'ydı bu. Her gece karnına gümüş bir hançer sokup, gelin çiçeği beyazı geceliğini kanlar içinde bırakan kâbusuydu. Kasıklarına giren sancıydı. Alacakaranlığa bıraktığı acı dolu feryattı. Ve ş...