Merhabaaa pixieler,Sizi ay ışığıyla kutsuyorum, yumurta atmayın banaaa!
Buyrun bahanem: bir süredir icra ettiğim mesleğim ruhumu sömürdü, sistematik olarak başkalarının travmatik anılarına maruz kalıyorum ve bu beyin kıvrımlarımı çürütüyor, ışığımı solduruyor, kendi ayaklarım üzerinde durmam gerekmeseydi emin olun sadece yazardım.
Neyse, iyi okumalar, no küfür :D Onu sona saklayın.
⊰᯽⊱┈──╌❊╌──┈⊰᯽⊱
࿐ AKEMI NAKAMURA
Masat çeliktendi. Çelik, buz ışığıydı. Gümüş alaşımı kılıcını masatla biledi. Masat kılıcın sırtında kaydıkça kılıç perdahlandı. Ellerine çeliğin metal yüzeyinden korumak üzere eldiven giymişti ancak gözleri çeliğin süper yansıtıcı yüzeyine karşı korunmasızdı. Gözlerine de bir tür koruyucu siperlik takması gerekirdi.
Ay ışığı masatın omurgasından aşağı kaydı, canlı bir çubuğa döndü. Gözleri kamaştı. Kirpiklerini peş peşe kırptı. Akemi, sadece kılıç bilerken bile yorulurken muhafızlar aynı çelikten zırhlar taşıyordu.
Buz Işığı Muhafızları. Bu da onları gerçekten hayranlık uyandırıcı varlıklar ediyordu.
"Lanet olsun," diye tısladı. Eldivenli elini gözlerine kapadı. Göz pınarında doğan göz yaşları patır patır yanaklarına dökülmeye başladı. Akis gözlerini yaşartacak kadar güçlüydü.
Bu kadar kâfiydi.
Rakik kılıcını kaldırdığı gibi sırtına attı ve onu deri kayışa taktı. Envanter odasından çıktı ve kapıda durdu.
Ala Ayı Birliği'nde geceydi. Alacakaranlıktan kuşluk vaktine kadar yağan kar şehri beyaza boyamıştı. Tıpkı çelikten akseden ay ışığı gibi karlı yüzeyden yansıyan kristal güneş de göz kamaştırıcıydı. Yine de Akemi, buna günbegün daha da alışıyordu.
Arena Dövüşleri'nde muhafız olarak tercih edildiğinden beri buradaydı, Ala Ayı'da.
Baştan aşağı titredi. Soğuk ilmek ilmek kaburga ve kemiklerine işliyordu. Kalçalarına kadar inen siyah kaşmir pelerininin kapüşonunu başına çekti. Eldivenleri parmak boğumlarını açıkta bırakıyordu, parmak uçlarını dudaklarına kaldırıp kısa soluklu sıcak hava üfledi. Uyuşmuşlardı. Bağcıkları dizlerine kadar tırmanan deri çizmeleri kara battı. Ayakları altında kütürdeyen karda yürüdü.
Gözlerinin ucunda meşaleler kızıl benekler halinde şavkıyordu. Gece ayazın kendisiydi. Halk güneş ışığından mahrum gün yarısını kulübelerine çekilerek geçirmeyi tercih ediyordu.
Akemi'nin burnuna yanık çam kozalağı, et yahnisi ve tezek kokusu doldu. Koku öyle yoğundu ki kaşmir pelerinine siniyordu ve Akemi pelerini sürekli yıkatmak zorunda kalıyordu.
Malikâne, ala ayı damlarından belli aralıklarla çıkan ayı hırıltı ve horultuları haricinde sessizdi. Akemi, kar ve çiy ışığına, merinos koyunu eti ve acılı kırmızı bibere alışmış olsa da ala ayılar henüz onun için oldukça yabanıl varlıklardı.
Tıpkı lord ve leydileri gibi. Elbette, leydilerin dişi ayıları damlarda yağlanıp yünlenirken, eril ayılar çoğunlukla lorduyla görevlere gidiyordu.
Akemi, henüz böyle bir göreve gidecek kadar şanslı olmamıştı. Burada olduğu süre boyunca, her gün kılıç bileyip, talim avlusunda yalnız başına kılıç antremanı yapıyordu. Ahşap korkuluk peş peşe uzuvlarından olunca, talim avlusunu birden fazla materyalden korkuluklarla çevirmek zorunda kalmışlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AVCI VE CEYLAN
Fantasía"Yavru ceylan," diye fısıldadı. "Yolunu mu kaybettin?" Avcı'ydı bu. Her gece karnına gümüş bir hançer sokup, gelin çiçeği beyazı geceliğini kanlar içinde bırakan kâbusuydu. Kasıklarına giren sancıydı. Alacakaranlığa bıraktığı acı dolu feryattı. Ve ş...