Selam,
Bu ikinci part beni baya yordu ama kelime sayısının yine 7K olduğunu hatırlatmak isterim. Gül Ormanı başlı başına 14K'lık bir bölüm oldu.
Sonunda bee, diyeceğiniz bir bölüm sonu okuyacaksınız.
Yorumlarınızı bekliyorum.
İyi okumalar.
⊰᯽⊱┈──╌❊╌──┈⊰᯽⊱
“Ulu tanrım! Bay Hoa yaralı bir maral gördüm derken senden bahsetmiyormuş!”
Ahu, Vera’nın neden Bay Hoa’nın ondan bahsettiği fikrine kapıldığını anlamadı ta ki göl kıyısında, kirli çamur rengi ve kızıla boyanmış, aygır büyüklüğündeki maralı görene kadar. Yeşil akik gözleri ağaçların arasından çıktıkları yöne çevrilmiş, az önce son nefesini vermiş gibi hayat dolu bakıyordu.
Ahu, saklı mücevher hareleriyle göz göze geldiği an, olduğu yerde durdu. Ayakları üzerinde durduğu toprakta kitlenmiş gibiydi.
O gözler, sanki birini bekliyor gibiydi. Ahu, kulağa saçma geldiğini bilse de, onu beklediği hissine kapıldı.
Vera, cesedin ön iki bacağı yanına dizleri üstüne çökerken, “Bu bir ak maral,” diye fısıldadı. “Onların hâlâ var olduğunu bilmiyordum.”
Onun bildiği maralların aksine derisi kısa beyaz tüylerle kaplıydı ve bir atın yelesine sahipti. O kadar ilahi bir asaleti vardı ki Ahu, böyle bir canlının bile yerkıtanın doğa üstü kanunlarına aykırı olduğunu düşünüyordu.
Belki de aykırıydı. Belki de o asil ruh buraya bile ait değildi.
Yutkundu. Avucu mızrağın gövdesi üzerinde kayarak durduğu yerde çöktü. Kalbini avucu içine alan kurt pençesi kanını damıtmak ister gibi sıkarken tek yapabildiği izlemekti ve bundan utanç duyuyordu. Oturup bir kenardan izlemek hiçbir zaman onun huyu olmamıştı.
Ud ağacının ince ve kabuksu dallarından yapılmış gibi iki yanından kıvrılarak yükselen boynuzlarını izlerken eli istemsizce başı üzerindeki o iki ufak topuza gitti. Bir gün onun da ak maral gibi boynuzları mı olacaktı?
Ve bir gün, onun gibi, ölü mü olacaktı?
“Bu koku, ondan mı geliyor?” diye sordu, koku karnında devinimler yaratan misk kokusuyla iç içe geçmişti. “Ne zaman ölmüş olabilir?” Cesedin uzun süredir burada olduğunu sanmıyordu, zira beyaz bir gelinlik giymiş gibi temiz postunda kirli olan tek yer çamura battığı yarı bedeniydi. Üzerinde çöpçü sinekler veya ceset yiyen böcekler yoktu.
Vera avucunu maralın yaşarken ayışığı kadar parlak, lâkin şimdi feri sönmüş gözleri üzerine kapadı, göz kapaklarını usulca örttü.
“Harpiya,” diye mırıldandı. “Bunu ona bir harpiya yapmış. Bay Hoa kötücül bir yaratık derken onlardan bahsediyordu.”
“Harpiya? Bu kötü kokunun sebebi onlar mı?”Vera, sadece başını sallamakla yetindi, adını söyleyince anlaması gerekmiş gibi, basit bir beyanla.
Ahu, ay parçası bedenin çirkin bir koku üreteceğini düşünmüyordu ancak harpiya, nasıl bir yaratıksa, ayısı uyanıkken onunla karşılaşmamış olmayı tercih ederdi. Lâkin ruhundan bir parça, ona bunu yapanın uzuvlarını birbirinden ayırmak istiyordu.
Mızrağı kavrayan parmakları boğumlarından itibaren bembeyaz kesildi. O parça büyüdü, ruhunda bir hortum yarattı, öyle ki içinde karşı konulamaz bir savaş arzusu oluşturdu. Kanı kaynadı, kalbinin çatırdayarak sertleştiğini hisseder gibiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AVCI VE CEYLAN
Fantasia"Yavru ceylan," diye fısıldadı. "Yolunu mu kaybettin?" Avcı'ydı bu. Her gece karnına gümüş bir hançer sokup, gelin çiçeği beyazı geceliğini kanlar içinde bırakan kâbusuydu. Kasıklarına giren sancıydı. Alacakaranlığa bıraktığı acı dolu feryattı. Ve ş...