BÖLÜM 2 | AY MUHAFIZI

6.3K 1.8K 4.8K
                                    

꧁ AHU ŞANLIER


   Peygamber çiçeği, belemir mavisi, geyik boynuzu, ay ışığı, saray, taç ve taht, zeytin yeşili gözler ve kara gözler…

   İmgeler bir görünüp bir kayboldu ve onu ayışığı altında gümüş plaka zırhlı süvarilerin belirdiği o geceye götürdü.

   Az önceye…

   Yaşanılanların apaçık rüya olduğunu sanarak hata etmişti. Daha önce kardeşlerine yaptıkları gibi onu da almaya geleceklerini biliyor olması gerekti. Aslında bunun için hazırlıklı da olmalıydı. Ama nedense küçük bir kıvılcım, mor ateşler saçan kemerli bir kapıya dönüşürken ayakları olduğu yere mıhlanmıştı.

   Sivri gagalı gümüş armetleri, rün işlemeli kristal bıçaklı mızraklarıyla süvariler evine ayak bastığında, uzun bir değnek kapan babası ve bakır tavanın sapından tutan annesi üzerlerine atlamıştı. Yumurta kırdıkları tavayla ağır zırhlı süvarilere saldırmak? Pekâlâ, iri kıyım adamlar, gladyatör heykelleri gibi dikilirken buna gülmüş olabilirdi.

   Onlar kıpırtısız bir şekilde ayışığını ayna gibi göğüslerinde yansıtırken, mor çemberden dışarı adım atan genç bir kadın -o lanet baykuş gözlü- parmağını alnına götürdüğünde gözleri önüne düşen saç tutamını çekiyor gibi görünmüştü. Aynı esnada, babası kemiksiz bir et yığını gibi çimenlerin üzerine yığılmış, annesi de narince yanına kıvrılmıştı.

   Uyumak için altın zaman!

   Elbette, bunun apaçık sihir olduğunu düşünmüştü. Süvariler, baykuş gözlü ya da ışığın ötesinde gördüğü asalı siluet herhangi bir strateji uygulamadan her defasında aynı yöntemle önce ağabeyi ve ablasını, sonra ikinci ağabeyini ve şimdi de onu almayı başarmıştı.

   Sihir değil de neydi?

   Ahu, serin rüzgârın yüzüne dökülen saç tutamlarını süpürdüğünü hissetti, asi sesi kulaklarında uğuldadı. Üzerinde yattığı taş, buzdan bir döşek kadar soğuktu.

   İki koluna sarılarak ayaklarını yerden kesen süvariler onu pervazında mor kıvılcımların dans ettiği kapıya taşırken parlak bir ışık gördüğünü hatırlıyordu; ve çığlık cam kılıç olup göğsüne sağlandığında son nefesi olduğunu sanmıştı.

   Kırılan kemikleri kör bir bıçak gibi bedenine batınca inledi. Sesi yaralı bir ceylanın acı dolu çığlığı gibiydi. Varlığını yakından hissettiği biri dili ucunda dansöz varmış gibi akıcı ve kıvrak aksanıyla konuştu.

   Erkek olduğunu tahmin ettiği ikinci kişi hiddetli bir tonlamayla cevaplarken, kelimeler tane tane ve açık telaffuz edilmişti.

   Yabancı bir dilde konuşuyorlardı.

   Biri üzerine doğru eğildi. Makasın kırt kırt sesi göğsü üzerinde kıvrılarak devam etti. Serin hava açıkta kalan sinesini yalarken bakır tıpanın açıldığını duydu ve yumuşak ve sürüngen bir şeyin, sülük olabilir miydi? teni üzerinde süzüldüğünü hissetti. Dokungaçlarının değdiği yerde iç gıdıklayıcı bir uyuşukluk yayılıyordu. Katmer katmer yayılan dinginlik, ağrısını aldığında onun nasıl bir canlı olduğunu merak etmişti.

   Sürüngenlerin yerini ince parmaklar aldı ve göğüs kafesinin iki yanından sarkarak kırılan kemiklerini elleri altına yerleştirdi. Çat! Kırıldığını duyduğu kemiğin yerine oturduğunu hissetti. Aynı çatırdama sesi devam ederek en küçük kemik yerine oturana kadar devam etti.
Havayı iştahla ciğerlerine çekti ve az önce kemikleri kırılan o değilmiş gibi dinç olduğunu fark etti.

AVCI VE CEYLANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin