ACI

190 3 0
                                    

"Sonsuz kere diz kapaklarını öpsem acın geçer mi? Avuç içlerini nefesime dokundursam kalbimi tutar mı?"

Gözümü açtım bu cümle kafamda yankı yapıyordu ne kadar gerçekçiydi öyle neye uğradığımı şaşırdım. Asıl gerçekçi olan şey havada gidiyor olmamdı evet havadaydım şuan. Birinin kucağındaydım. Artık birilerinin beni torba gibi kaldırıp indirmesinden çok sıkıldım. Keşke fikrimi sorsaydınız. Kafamı azıcık yukarı kaldırdım ve beni taşıyan kişiyi tanıdım. Odada ben düştüğümde beni kaldıran kişiydi. Yanımızda biri daha vardı ama onu tanımıyordum. Bir yere gidiyorduk ama nereye? Ne kadar güçlü bir adam bu böyle beni hiç yorulmadan nasıl olurda götürür? Yanımda ki kişiye döndüm hiç bana bakmadı. Uyandığımı anlamış oldu ki beni tutan kişi göz ucuyla bana baktı. Anlamsız şekilde bende ona baktım. "Abinin emri böyle. Ayaklarınızda ki yaradan dolayı bu şekilde taşımalıydım. Başka türlü çok ses çıkarırdık arabaya az kaldı." Düz bir sesle bunu söyledi hiç yoktan bana açıklama yaptı. Bir şey demedim bende. Dışarı çıktık hava öyle bir soğuk vardı ki içim titremişti. Üzerimde boğazlı bir t-shirt vardı ince ve bütün soğuğu çekiyordu. Ama ben bunu giyinmemiştim ki benim başka kıyafetlerim vardı biri benim üzerimi mi değiştirdi? Gerçekten mahrem kelimesinden anlamadıkları belliydi. Bir kadın uyurken onun üzerini değiştirme hakkına nasıl sahip oluyorsunuz? Bunu yapanın hesabını soracağım ciddi anlamda soracağım çünkü ben çok sıkıldım bundan. Arabaya geldik ve artık üşümeyecek olmam beni mutlu etti. Yanımızda ki kişi arka kapıyı açtı beni tutan kişi ise dikkatli bir şekilde beni arka koltuğa yerleştirdi. Sonra beni tutan kişi ön koltuğa diğeri ise sürücü koltuğuna oturdu. Arabayı çalıştırdı ve o sıcaklık gelmeye başladı çok hoştu yeniden mayıştım. O kadar boktan bir durum ki şuan içinde olduğum şey. Sevgilimin arkasından otele gidiyorum ve otelin sahibinin adamını öldürüyorum. Keşke o an Ege'yi de öldürseydim sahi benim bir sevgilim vardı. Kendime güldüm sevgilim olduğunu unutmuşum. Onun ardından otelin sahibi beni öldürüyordu. Sonrasında bana merhamet etti herhalde ben yine onun sahibi olduğu evde kendimi öldürüyordum. Onun sahip olduğu her yerde bana bir şey oluyordu. Bu dediğime güldüm hatta kahkaha attım. Öndeki iki kişide dönüp bana baktı. Hâlâ gülmeye devam ediyordum ama sinirlerim çok bozulmuştu. Acaba şimdi nereye gidiyoruz çok merak ediyorum. Beni öldürmeye mi götürüyorlar? Ama öldürecek olsaydı beni kurtarmazdı hem ölmek artık kulağa o kadar da korkutucu gelmemeye başladı. Sıcak o kadar güzel geliyordu ki yolun sessizliği üstüne ek oluyordu içim rahatlamıştı. Kafamı cama yaslayıp yolu izlemiştim öylece. Ne kadar zamanın geçtiğini bilmiyordum ama tahmini otuz dakikayı geçmişti ve ardından büyük kapılı bir evin önüne gelmiştik. Evi göremiyordum kapıdan dolayı ama kapı açıldı ve görmeye başladım kocaman bir bahçesi vardı ve ev saray gibi görünüyordu. Her yerde siyah giyinen adamlar bir kaçı silahlı koruma olmalılar. Sürücü koltuğuda ki kişi arabayı sanırım garaj kapısının önünde bıraktı ve arabadan indi. Öteki kişi de inip benim kapıma yöneldi ve açtı tam ağzını açıp bir şey diyeceği sırada arkasından "Bırak." Diye bir ses geldi. Elbette sesin sahibi tanıdım. O gelmişti Aras OVANLI. Koruma başıyla selam verip kenarı çekildi ve O elini uzattı önce yüzüne sonra eline baktım. Birden elini tuttum o bile yapacağımı beklemiyordu bende öyle. Ona birden güvendim öylesine. Rüyamda ki o sesin sahibi de oydu. Yine o beni kaldırmıştı o bana o cümleyi kurmuştu. Koltuğa eğilip elini kolumun altına geçirdi ve beni çekti. Ayaklarım dışarı sarkıyordu artık. Kapının yanına geçip tekrar sağ kolunu kollarımın arasına doladı sol kolunu ise dizlerimin altına. Beni kaldırdı. O bunu yaparken rahatsız olmamıştım nedense. Alışırsam kötü olurdu ama rahatsızda oluyordum. Soğuk çok çarpıyordu ve titriyordum üşüdüğümü anlamış olmalı ki adımlarını hızlandırdı ve iki dakika içinde evin kapısından içeriye girdik. Ah bu ev elbette tanıdım. Bir defa görmeme rağmen hafızamda kaldı sadece kapılarından tanıdım. Ve sağımda kalan yer yani mutfak orada kendimi kesmiştim. Tertemiz görünüyordu. Biraz daha ilerledi ve kocaman bir salona girdik. Oldukça büyük bir L koltuk, camların önünde ki berjerler, salonun ortasında duran büyük sehpa, önünde tekli koltuk olan şömine, birden fazla tablo ve tamamı camdan olan bir dolap vardı. Çok şık ve sade bir görünüme sahipti. Renkleri ise hepsinin siyahtı sehpa hariç oda camdan yapılmaydı. Beni şöminenin orada ki koltuğa oturttu. Yüzüme baktı gözlerime bir kaç saniye öylece baktı. Tam gideceği sırada suskunluğumu bozdum artık konuşmam gerekiyordu.
"Bu hep böyle mi olacak yani ben sürekli birinin kucağında bir yere mi taşınacağım?" Omzunun üstünden bana baktı ve bütün vücudunu tekrar bana dönderdi. "Bundan rahatsızlık mı duyuyorsun. Fazla iyi davrandım sana karşı." Afalladım çünkü demek istediğim bu değildi. Oda anlamıştı ne demek istediğimi ama bana böyle bir cevap verme gereksinimde bulundu. "Bakın ben sorularıma gerçekten cevap arıyorum ve öyle boktan bir durumun içindeyiz ki öğrenmeye çalışıyorum. Bu nereye kadar devam edecek sonu yok mu bunun?" "Bak fuzuli sorulardan hep nefret etmişimdir sana karşı konuştuğum için bile şükredeceğin yerde bana bunları mı soruyorsun!?" Sesi gür çıkmıştı anlamıyorum hiç mi ağzımı açmayayım hiç mi konuşmayayım hiç mi bir şey yapmayayım put gibi öylece durup normalmiş gibi bunlara devam mı edeyim yok artık daha neler!. Yine döndü gidecekti ve dayanamayıp ayağa kalktım bir çırpıda. Kalkınca ayaklarım acıdı ve acıdan inledim. Duydu ve durdu. Bana döndü yine. "Sana yaptığım iyilik için teşekkür edeceğin yerde bana baş mı kaldırmaya çalışıyorsun!?" Sesi yine gür çıktı. Ne bir adım attı bana ne başka bir şey yaptı. Ben attım adımımı ayaklarım öyle acıyordu ki ama karşısında kendimi düşürmeyecektim. Bir adım daha attım yavaş yavaş yapıyordum ama adım atıyordum. Gözlerimi onun gözüne dikmiştim dikkatimi o dağıtıyordu eğer ayaklarıma odaklanırsam acıdan sızıntıdsn ağlardım. Bir kaç adım daha attım ve ona yaklaşmam için üç adım daha atmam yeterdi resmen burnunun dibine girecektim. Bir adım daha attım kaldı iki adım yapmalı mıydım? Onun dibine kadar girmeli mıydım? Ben bunu düşünürken o bana adımladı. Kaldı bir aramızda sadece bir adımlık yer kalmıştı çok yakındık haddinden fazla yakındık. Yüzünü o kadar net görüyordum ki. Kokusu bile geliyordu. Bu o koku. Rüyamda hissettiğim koku. İlkbahar kokusu hanımeli kokusu. Biz birbirimizin gözünün içine bakıyorduk öylece. Bakışlarında belliydi ne kadar acı çektiği gözleri bakarken bile yoruluyordu ama o inatla güçlü durmaya çalışıyordu zayıf durursa onu vuracaklarını biliyordu. Kim bilir ne yaşadı da bu adama dönüştü. Acıdan dönüştüğü kişiyi gerçekten kendide seviyor muydu? O kendini bu hale getiren herkesten eminim ki hırsını alıyordu. Gerçekten onu anlıyordum aslında çok basit biriydi ama kendini saklamakta iyi rol yapıyordu. Ben onun gözünün içine baktıkça onu çözmeye çalışıyordum gözünü bir an olsun benden kaçırmadı sanki oda kendisini çözmemi istiyormuş gibi. Bir kaç dakika öylece durduk sessizlik konuşuyordu aramızda sanki böylesi daha iyiydi biz değilde o konuşsun çünkü birbirimizi anlatan şey sessizlik olmuştu. Tam bir adım daha atacağım sırada sağ taraftan gelen kadın sesi kulağıma doldu "Alçin mi geldi iyi mi nerede beni yanına götürün!" Bu ses bu sesin sahibi tam kim olduğunu söyleyeceğim esnada görüş acıma giren Hilde'yi gördüm. "Alçin kızım!" Diye bağırdı ve ufak adımlarla koşmaya başladı. Aras yan tarafa adım attı ve Hilde'ye yol açtı. Hilde yanıma gelip bana öyle coşkuyla sarıldı ki yerimden oynamıştım resmen. Ayaklarım acıdan o an tutmadı bedenimi ve salise kadar farkla düştüm yere. Acıdan gözyaşı dökmeye başladım birde Hilde'nin anne edasıyla bana sarılmasından. Her şey bir saniyede oldu beni bıraktı ve düştüm. Hilde ve Aras hemen eğildiler. Hilde'nin yüzünde o kadar mahçup bir ifade vardı ki gözleri doldu elimi tuttu kaldırmak istedi ama Aras onun elini durdurup kendi kaldırdı beni. Yine o kaldırdı yine düştüm o kaldırdı neden bunu yapıyordu acıdığı için mi ? Yine tek hamlesiyle beni havaya kaldırdı gözünün içine baktım yeniden. Burnundan soluyordu sıkıldığı belliydi. Beni bu sefer L koltuğun olduğu yere bıraktı ve gitti. Hilde yanıma oturup elimi tuttu ve defalarca kez benden özür diledi. Beni görünce sevinçten deliye döndüğünü beni çok özlediğini söyledi. Bende onu görünce çok mutlu olmuştum çok kısa zaman içinde o beni kendine nasıl oldu da bağladı bilmiyorum bile. "Aç mısın kızım yemek hazırlayayım mı sana gönderdiğim yemekleri yedin mi?" Diye sordu. Yüzüm gülmüştü beni düşünüp yemek yapmıştı. Annemin yapmadığı yemeği bana bir saatte gördüğüm kadın yapmıştı. Yüzümün güldüğünü görünce oda güldü ne kadar masum gülüyordu. "Evet efendim yedim ve yediğim en güzel yemekti ellerinize sağlık çok teşekkür ederim." Dedim gerçekten çok güzeldi hepsini yemiştim resmen. Ben bunu diyince Hilde iyice gülmeye başlamıştı çok mutlu olmuştu. Elimi tuttu ve elinin arasına aldı ve bana bir kez daha sarıldı ağlamaya başladı. "Kızım sana bir şey olacak diye o kadar korktum ki lütfen bu korkuyu bir daha bana yaşatma." dedi ve ağlamaya devam etti. O ağlayınca bende ağladım. Ayaklarıma baktı. Eli koluma gitti. Kestiğim bileğimi anında açtı ve bandajı gördü. Yüzü düştü yeniden. Bandaj kan olmuş ve kurumuştu. Üzerimde ki boğazlı t-shirt siyah olduğu için farketmemiştim bile. Gerçi ayaklarımım acısından bileğimi ciddi anlamda unutmuştum. Sonra sağ kolumu yukarı kaldırdı orayı kestiğimi de düşünmüş gibiydi. Sağ bileğimi açınca orada ki büyük lekeyi farketti parmaklarıyla dokundu kan zannetti ilk başta ama sonra doğum lekesi olduğunu farketti. Ben o lekeden öyle nefret ediyordum ki annem yüzünden. Annem sürekli o lekeyi görse kapatmam için bana kızardı üstüne "İsmini dahi anmayacağım birini bana hatırlatmaktan vazgeç." derdi annemin kolunda bu leke yoktu ama bende vardı. Kendisinde neden olmadığını sormuştum ve bana "Babanda vardı ve sana nasıl geçti anlamadım bile." demişti demek ki babamdan bana kalan bir şey varmış ve annem bunu hatırlamak istemiyormuş. Hilde ile beraber orada oturdum bir süre. Hatta Hilde yanımdan ayrılıp mutfağa gidip bana bir bardak sıcak ballı süt getirip içirmişti. Sorular sormaya devam ediyordu. Okuduğum okula kadar sormuştu bende bir an her şeyi unutup onunla normal bir şekilde sohbet etmiştim hatta kahkahalar atmış kendimi çok mutlu hissetmiştim. Hilde ile konuşmak bana cok iyi gelmişti. Ona her şeyi anlattım ama o zaten biliyormuş. Ona o olayı anlatırken oturup ağlamıştım ama beni sakinleştirmişti. Tahir'i, Ege'yi, annemi, babamı, anneannemi ve dedemi. Herkesi Hilde'ye anlatmıştım oda sabırla beni dinlemişti. Merak ettiği yerlerde soru sormuştu bende söylemiştim. Tahir'den sonra bir tek Hilde'ye anlatmıştım bunu. Ege bile bilmezdi. Hatta hiç sormazdı bile umrunda değildim onun şuanda o benim umrumda değil. Bir kaç saat geçtiğine emindim çünkü Hilde'ye içimi döküp biraz rahatlamıştım. Sonra Hilde yukarıya çıkıp yatağımı hazırlayacağını söyleyip yanımdan ayrılmıştı. Bende kafamı koltuğun kenarına koyup beklemiştim. Beklerken göz kapaklarım ağırlaşıyordu biraz gözümü kapatmak istemiştim Hilde gelince duyardım onu zaten. Ve o ağırlık gözlerimi aldı benden.

SİYAH SATIR (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin