Babam bize döndü. Yüzünde sert ve duygusuz bir ifade vardı. Bize doğru sert soğuk adımlar attı ve üstlerimizi kontrol etti sonra durduğu köşeden fırtına gibi eserek, koşar adımlarla yanımıza geldi. Arkasındaki alevli pelerini uçuşuyordu. Beni ve Çiğdem'i hızla geçti ve Berat'ın önünde durdu. Kaşlarını çattı ardından onun beyaz yakalarını düzeltmeye başladı. Ve papyonunun simetrisini ayarladı.
“İyi görünüyorsun evlat.” Diye mırıldandı. Ve aynı duygusuzlukla biraz geriye gitmeye başladı. Berat hafif sırıttı. Babam arkasına dönüp üçümüzü süzmeye başladığında yüzünü düzeltti. Babam bana baktı. Yüzünde artık 40’lı yaşların sonunda olduğunu belirten göz çizgileri oluşmuştu. Ben ve Berat ise 18 yaşlarda, Kemal abinin tanımı ile ‘en cız bız' zamanlarımızdaydık. Gözleri hala duygusuzlukla bana bakarken konuştu.
“Kimseye zarar vermek-" Berat’a baktı, “Olası bir belanın yanında bitmek yok.” Sonra Çiğdem'e baktı. “Sana güveniyorum Çiğdem.” Dedi, daha çok emrindeki askerlere talimat verir gibiydi. Çiğdem ona kocaman bir gülümseme verdi. Güvenilen ve sorumluluk sahibi bir insan olarak görülmekten memnuniyet duyuyordu.
“Baba, istemiyorsan gelmek zorunda değiliz.” Dedim duygusuz bir sesle. Bana soğuk bir bakış attı. Gözleri duygusuz ve keskindi. Yanağımın içini ısırırken gözlerimi kaçırdım. Henüz onun kadar güçlü değildi gözlerim. Tek kelime etmeden odadan çıktı.Kollarımı birbirine sardım ve gözlerimi yere diktim. Çiğdem kollarını ikimizin de boynuna doladı. Hafif ona yalpaladık.
“Harika olacak!” dedi büyük bir umutla. Eğlenceler her zaman hoşuna gidiyordu. Ben homurdanırken Berat güldü "Yani... Umuyoruz diyelim. Amcam biraz telaşlı mı?” “Her zamanki soğukluğunun dışında ekstra bir şey göremedim.” Diye homurdandım.Çiğdem beni duymazdan geldi. “Yapma... Babamdan bahsediyoruz! Onu en son ne zaman duygu belirtisi gösterirken gördün?” Berat Çiğdem den kurtulurken konuştu, “-Ee ejderha saldırısında? Sanki biraz gerilmişti ha?”
İçeriye giren biriyle sessizleştik, daha doğrusu sessizleştiler. Kahve iki kapı açıldı ve Kemal abi içeriye girdi. O ve babam yaşıt olmalarına rağmen, babamın aksine resmen 30ların başında, oldukça genç görünüyordu, yani yaşına göre. Koca bir gülümsemesi vardı. Şık siyah takımıyla oldukça yakışıklı görünüyordu.
“Harika görünüyorsunuz. Biraz eğlenin-" Eli çenesine gitti ve ayakkabılarıma baktı. Sonra tek kaşını kaldırarak bana bakınca Berat güleceğim diye öksürük krizi geçirirken Kemal abi bana elini uzattı. “Ezgi... Silah yasak biliyorsun.”
Ses döngüsü tuhaf bir atmosfere girerken birden bir asker bağırdı ve tuhaf bir atmosfer oldu, “Kaplidio herkesi kontrol ediyor. Kimse saraydan dışarı çıkmasın! Salgın bir hastalık gibi!”
Sesler tuhaf şekilde yankılanırken, yorgun gözlerle sarayın mutfağında oturuyordum. Ve şimdiki yaşımdaydım. Göz altlarım çökmüştü. Belim ağrıyordu. Kamburumu çıkartmıştım. Etrafta tuhaf bir sessizlik ve tenha vardı. Oysaki herkes saraydaydı. Karantinada gibiydik. Pirmin yanıma geldi ve gülümsedi.“Hadi dondurma alalım.”
Kafamı kaldırdım ve onun parlayan gri gözlerine bakıp kafamı salladım. O arkamda dururken mutfağın tezgahlarından birine ilerledim. Burası bir dondurmacıya dönüşmüştü. Bir anda yanıma sıra bekleyen birkaç insan gelmişti. Dondurmanın tadına baktım. Limonlunun tadını ve çikolatalıyı sevmiştim. Pirmin içinde... Ne sevdiğini bilmiyordum. Fakat ona mavi orman meyvesi ve vanilyalı sipariş verdim. Kadın gülümseyerek dondurmaları bana verdi. Herkes çok neşeli ve mutlu görünüyordu. Tuhaf, ben neşelenmek için bir sebep göremiyordum.Dondurmayı Pirmin'e götürürken uzaktan bana seslendi, “Ufak bir işim var hemen geleceğim.” Ve koşar adım mutfaktan dışarıya çıktı. Hiçbir duygu hissetmeksizin yürümeye devam ettim.
Bir tezgaha oturup, dondurma yemeye başladım ve etrafta gülen insanları dinledim. Fakat içime kötü bir his oturdu. Dondurma kaşığım elimden düştü. Süratle ayağa fırladım ve mutfağın kapısına koştum. Koridorlar o kadar karanlık ve tenhaydı ki insanın içini ürpertiyordu. Dışarıda bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu. Gök gürültüsü ve yağmur dışına koridorlarda başka hiçbir ses duyulmuyordu. Koridorları koşup Pirmin'i aramaya koyulduğumda, Menekşe beni durdurdu.“Küçük hanım nereye gidiyorsunuz?” dedi hafif bir telaşla.
Dışarıda salgın hastalık gibi yayılan Kaplidio yüzünden dışarıya çıkmak çok tehlikeli ve yasaktı. Dışarıda olanlar içeriye güvenli ortama alınmıyordu. Bir nevi terk ediliyorlardı. Telaşla ondan uzaklaşmaya çalıştım. “Çiğdem'i arıyorum. “ dedim dalgın bir sesle.Ve koridorlardan yukarıya çıktım, onu hiçbir yerde bulamıyordum. Birden kendimi dış kapıya koşarken buldum. Dışarısı devasa cam bir paravanla ayrılmıştı. Gök gürültüsü ve yağmurun sesi daha net yankılanıyordu. Burada çığlık çığlığa ağlayan aileler vardı. Dışarıda kalan ve birbirinden ayrılan aileler. Kimileri çocukları, kimileri eşleri veya babaları, anneleri için ağlıyordu. Sarayın en kalabalık kısmıydı. Camın arkasından birbirlerine bakıyorlardı.
Oraya yaklaşmaya başladığımda ayaklarım birbirine dolandı ve kalbim sıkıştı. Cam bölmenin arkasında Pirmin beni fark edince bana döndü. Gözlerim dolarken oraya yaklaştım ve camın dibine kadar geldim. Orada ne işi vardı? Ona dondurma almıştım. Neden gitmişti? Ona dondurma almıştım ben... Sendeleyerek cam bölmeye gittim. Durdum.
Elini cama koyduğunda, elinin üstüne elimi koydum. Özür dilercesine bana bakıyordu. Hüzünle kaşları yukarı kalkmıştı. Göz altları morarmıştı. Yorulmuş ve yıpranmış görünüyordu. Omuzları çökmüş ve umutsuzdu. Arkasında bir sürü insan ya ağlıyor ya da delirmiş gibi davranıyordu. Onun yanına gitmek istiyordum. Bana söz vermişti... Orada ne işi vardı? İçimden bir ses nedenini bildiğimi söylerken derin bir nefes aldım ve soğuk zeminime yüz üstü yapıştım.
Derin derin nefesler alırken yatağımdan yere düşmüştüm. Yüzümden soğuk bir ter aktı. Yere yapışan yüzümü kaldıramıyordum. Çok ağır bir şey üstümden geçmiş gibi hissediyordum. Ağlamak geliyordu içimden fakat fazlasıyla bitkindim. Gece meltemi penceremden üzerime usul usul eserken kapım yumruklanıyordu. Sesleri yeni fark etmeye başlamıştım.
“Prenses iyi misiniz?”
Kendimi bitkin hissediyordum. Bütün kemiklerim zonkluyordu. Zorla doğruldum ve kısılmış sesimle konuştum.
“Evet, iyiyim.”Doğruldum ve ahşap komidinime sırtımı yasladım. Korkudan kalbim deli gibi atıyordu. Ellerimi saçlarımdan geçirdim. Bu dünyada öyle bir şey yoktu. Öyle bir şey yoktu. Öyle bir şey yok! Ayağa kalktım ve üzerime siyah bir pelerin aldım. Ejderha broşunu birleştirdim. Merdiveni balkona taşıdım. Askerler yoktu. Geceliğimi toplayarak aşağı indim ve merdiveni çalıların arasına sakladım. Pelerinin şapkasını yüzüme geçirdim. Gördüğüm rüyanın aksine dışarısı oldukça sakindi. Gizlenerek geçide yürümeye başladım.
Prenses ne yapıyorsun
'Sana bakmaya geliyorum'
sarayda olmalısın.
Durdum. Sarayın dışına çıkmıştım, dönüp sarayın duvarlarına baktım.
Denizde beni bulamazsın, aklı başında davranmayı denemek istermisin. Biz yarı insanlar bile böyle davranıyoruz.
Yutkundum. Onu denizde bulamazdım. Bu sadece bir rüyaydı. Duvarın dibine oturdum.
Az önce insani özelliklerden yoksun olduğunu söyledim.
'Bunu bana her zaman söylüyorsun'
muzipçe sırıttığını hissetim.
Utanman lazım. Saraya dön. Sabah orda olacağım.
'Olacaksın...’
Eh, seni pek üzeceğim ama yüce kraliçemiz beni kovmak istemiyor.
“P-prenses?” Gelen sesle kafamı kaldırdım. Bir anlığına ne yaptığımı karıştırıp afallamış yüzümle ona baktım. Silahını indiren bir asker bana baktı. Gözlerimi yumdum. Tamda gizli geçidimin önünde oturmuş ne yapıyordum ben? Doğruldum. Duygusuz ve sert bir yüz ifadesi takındım ve açıklama yapmadan ona kafamı salladım. Normal kapıdan sarayın içine yürümeye başladım. Ben... Sanırım delirmeye başlıyordum. Doktora görünmeliyim. Yürürken gizli geçidime bir şey yapıyor mu, diye baktım fakat eliyle kafasını kaşıyıp saray dışındaki devriyesine devam etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Son Bedel:3 (Tamamlandı)
Fantasiakaplidio Efsanesinın son kitabıdır... işlenen suçların ödenmesi gereken bedelleri vardır. Fakat nesillerce taşınmış bu bedeli kim ödeyecek? Gerçek suçlu kim? İşlerin yeterince kötü olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz, her zaman daha kötüsü olur...