Karaya ulaştığımızda kafamı bir müddet çimenlere yasladım. Bu sırada da Pirmin giyiniyordu. Marinus'sa ölmeyeyim diye başımda bekliyordu. Derin bir nefes alıp kafamı kaldırdım ve gökyüzüne baktım. Mavi, açık bir gökyüzüydü. Suda yolculuk yapmak... Pek rahat değildi.
Marinus, “İyi misin birader?” dedi. Kafamı ona çevirip salladım. Sonra doğrulup ona baktım. “Marinus... Biliyorum. Fakat eğer istersen seni krallığıma götürebilirim. Biraz farklı insanlar tanırsın. Aklın dağılır. Sana borçlandım.” Kulakları iki yana düştü. “Babam izin vermez.” Kafamı salladım. “İstediğin bu ise... Seni zorlayamam. Fakat sana borçluyum. Bir yardıma ihtiyacın olursa... Beni bul.” Bir müddet boş gözlerle bana baktı. Ardından arkamdaki bir noktaya baktı.
Pirmin, “Hazırım.” Deyince bende ona döndüm. Üstüne parlayan gri üniformasını geçirmişti. Üstüne oturan ceketindeki zincirler sallanıyordu. Bize baktı. Sonra Marinusa odaklandı. Gidip yanıma oturdu. “Aris...” Marinus elinin tersiyle onun koluna vurdu. “Başında yeterince olay var, birde beni düşünme.” Ardından hızla suya daldı.
O gidince kafamı tekrar çimenlere bıraktım. Pirmin beni kolumdan çekip doğrulturken. “Üstündekini değiştirmelisin.” Dedi. Hiç halim yoktu. Bir elimle gözlerime bastırdım. “Biraz dinlensek. Sonra gitsek.” Kafasını iki yana salladı. “Hadi Ezgi! Sırılsıklamsın. Benim gibi kuru kıyafetlerin de yok.” Beni çekip doğrulttu. O arkasını döndüğünde çantayı açtım ve ıslak kıyafetimi çıkartıp suyunu sıktım.
“Krallığımızı güzel buldun mu?” Dedi merakla yolda ilerlerken. Kafamı salladım. Yorgun bir şekilde bir kez daha ellerimi gözlerime bastırdım. Daha birkaç hafta önce yaşadıklarımın üstüne bu bir hayli ağır gelmişti. “Sen ne öğrendin?” Dedim merakla. Bir süre cevap vermeyince kafamı kaldırıp ona baktım. Gözlerini çimenlere dikmişti. “Hiç... Hiçbir şey.” Umutsuzlukla ona baktım. “Gerçekten mi?” Kafasını evet anlamında salladı. “Üzgünüm prenses.”
Ardından durdu. Merakla ona baktığımda eğildi ve beni sırtına aldı. "Saraya kadar dinlenirsin." Kollarımı ona sardım ve kafamı evet anlamında sallarken çenemi omzuna koydum. Gerçekten çok yorulmuştum. Belli belirsiz gülümserken rahat bir nefes verdim. Ensesindeki tüyler diken diken olmuştu. "Bir şey değil." Dedi. Güldüm.
Birkaç dakikalık sessizlikten sonra tekrar konuştu. “Güzel gitar çaldığını söylemiş miydim?” Kafasını hafif bana çevirmiş sırıtarak bakıyordu. Kaşlarımı çattım sonra beynimin içinde bir şimşek çaktı. O yamuk kuleye tırmanmak bana zor geldiğinden, göle gidip çalardım. Sertçe yutkunurken başım zonkladı. Ben... Gitarı bırakmak zorunda kalmıştım. Bu göl olayını çözdüğümüzden beri sürekli beni daha önceden tanıdığı hakkındaki imalarını çekinmeden söyler olmuştu.
Nefesimi tutarken, “Ayıp... Değil mi başkalarını dikizlemek!” Deyiverdim. Fakat Pirmin'in neden şimdi bu konuyu açtığını biliyordum. O kafasını dağıtmak için beni harcıyordu. Üzülmekten mi korkuyordu yoksa..? Ne zaman onu biraz üzgün görsem hemen kendini neşeye çekmeye çalışıyordu. Ya da herkesten uzaklaşıyordu. Neden acaba? “Eh, bazen seni dinlemek için bile gelirdim. Gerçekten, sonra niye bıraktın? Aylarca bekledim seni!”
Bir elimle yüzüme vurunca, o gülmeye başladı. Elimi çekip ona baktım ve tehditkâr bir şekilde hırlarken konuştum. “Bu mesele... Hiç yaşanmadı! Bir daha bunun hakkında konuşmayacağız!” Bir eliyle asker selamı verirken eğildi. Düşmek üzereyken sıkıca ona tutundum. Kalın tok bir sesle, “Emredersiniz prenses hazretleri! Yüce prensesimiz. Siz nasıl emir buyurursanız efendim! Yüce-" Yüzüne hafifçe tokat attım. Ve hırlayarak konuştum. “Yeter artık. yoruyorsun beni. Sus be adam!” Eğlenir ukala bir şekilde güldü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Son Bedel:3 (Tamamlandı)
Fantasiakaplidio Efsanesinın son kitabıdır... işlenen suçların ödenmesi gereken bedelleri vardır. Fakat nesillerce taşınmış bu bedeli kim ödeyecek? Gerçek suçlu kim? İşlerin yeterince kötü olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz, her zaman daha kötüsü olur...