Pirmin çıktıktan sonra kapıya yürüdüm ve elimdeki mektubu kapımdaki askere verdim. "Hemen yollayın." Kafasını salladı ve hızla uzaklaştı. Diğer askere baktım. "Ekibi çağırabilirsin." Kafasını salladı ve o da uzaklaştı.
Beş dakika sonra ekip telaşlı bir şekilde odamdaydı. Hızla elbiseyi giydim. Pirmin haklıydı, bu güzel bir elbiseydi. Ekip sessiz bir şekilde ellerinden geldiğince hızlı davranıyorlardı. Elbiseyi sıktılar. Ve hemen makyaj masasına sürüklediler.
Başları hızlı hızlı konuşuyordu. Saatler ilerlerken kafama altın, ince bir ejderhanın sardığı, sivri dişlerinin olduğu ve gözü yerine yeşil bir yakut bulunduğu tacı kafama yerleştirdiler. Bir kulağımı ejderha gibi saran bir küpe taktılar. Ve işte bitmişti.
Dört ayna bana çevrildiğinde güneş batıyordu. Etraf siyah ve kızıllara bürünmüştü. Ayağa kalkarken konuştum. "Başarırsınız demiştim." Başları derin bir nefes alırken eğildi. "Sağ olun prensesimiz."Ama ses tınısında, bir daha olmasın lütfen, gibi bir tını vardı. Gülümsedim ve odamdan dışarıya çıktım. Aşağı inerken bir askere baktım. "Çiğdem nerede?"
Asker eğildi "Toplantıdalar prenses hazretleri." Doğruldu. "Arabanız dışarıda sizi bekliyor. Prensesim." Kafamı salladım ve batan güneşle kızaran koridorlarda ilerledim. Girişin merdivenlerine ulaştığımda Pirmin'i kapıdan çıkarken gördüm.Elleri ceplerinde omuzları düşmüştü. Kafası yere eğik ve dalgın olduğu belliydi. "Swearen!" diye bağırdım aşağı inerken. Fakat beni duymadı. Bir asker onu dürtünce, ciddi anlamda irkip geriye sıçradı. Asker bir şey söyleyince sağ sola bakmaya başladı. Asker kafasını iki yana sallayıp bana doğru eğilip beni selamladı.
Pirmin askeri görüp bana baktı. Kafamı hafif yana eğip tek kaşımı kaldırdığımda, huzursuzlukla kıpırdandı. Asker bir şey söylemiş olacak ki ona baktı ve hemen ardından hızla eğildi. Yanlarına gittiğim. O civardaki tek askerdi. "Gidebilirsin." Dedim ona bakarak. Kafasını salladı ve gitmesi gereken yere yönelip asker adımlarıyla gitti.
Pirmin o gidince doğruldu. Ve bana baktı. Yüzünde huzursuz, rahatsız dahası mutsuz bir ifade vardı. "Swearen sen iyi misin?" dedim merakla. Acı bir şekilde gülümsedi. "Evet." Elini ensesine attı. "Gitmeliyim cidden." Kafamı salladım ve o hızlı adımlarla dışarıya çıktı. Dudaklarımı büzdüm.
***Arabanın kapısı açıldı ve içeriye Çiğdem girdi, ardından Kemal abi girdi ve yanıma oturdu. Çiğdem kolundaki saate baktı. "Bir kaç saate varırız." Dedi. Homurdandım. "Bizi çağıracağına lütfedip gelseydi." Kemal abi babacan bir tavırla bana baktı. "Ezgi dostluk davetini buraya gelerek yapamaz. Bunu sende biliyorsun." Camdan dışarı bakarken homurdanmaya devam ettim. "Neden kuzeylerin paçasını topluyorduk tekrar etsenize?"
Kemal abi gururlu bir şekilde devam etti. "çünkü Ezgi, sevgili kraliçemiz mükemmel yaptırımlar uyguladı, bir kaç ayrıcalık aldı. Bizim açımızdan oldukça karlı bir antlaşma anlayacağın."
Çiğdem'e hafif gülümser bir şekilde baktığımda ellerini iki yana açtı. "Diplomasi halledebildiğim işler arasında." Güldüm. Kemal abi devam etti. "Yemekte birçok ülkeden gelen önemli gazeteciler olacak. Yemekte sürekli sizinle olacaklar. Tabi bu fırsatı kaçırmak istemeyip size birkaç soru da soracaklarına eminim. Çiğdem senin için hiç ileri gitmeyeceklerini ve çizgiyi koruyacaklarına eminim."
Ardından bana döndü. "Fakat seni soru bombardımanına tutabilirler. Taht ailelerinin geriye kalanları pek... Önemsenmez ve güçsüz görülür. Bu yüzden ellerinde böylesine altın bir şans varken seni bırakacaklarını sanmam.
Birkaç sene evvel Diana, Logosların gelini, daha yeni gelin olmuştu. Özel bir yemek olduğunda gazeteciler onu kimsenin olmadığı bir yerde köşeye sıkıştırıp bilgi almışlar."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Son Bedel:3 (Tamamlandı)
Fantasíakaplidio Efsanesinın son kitabıdır... işlenen suçların ödenmesi gereken bedelleri vardır. Fakat nesillerce taşınmış bu bedeli kim ödeyecek? Gerçek suçlu kim? İşlerin yeterince kötü olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz, her zaman daha kötüsü olur...