53. Bölüm: Son Kağıt ve Kalem

16 5 0
                                    

Askerler toplantı odasının kapısını açtılar. Odaklanmaya çalışıyordum. Üç terigo ve Çiğdem masadaydı. Masanın başına geçtim fakat o koltuğu atladım ve şefin karşısına oturdum. Kafam oldukça dalgındı. Kaşlarımı çatmıştım. Çiğdem, “Abla... Başa oturmalısın.” Deyince kafamı çevirip şaşkınlıkla Çiğdem'e baktım.

Ardından oturduğum yere baktım. Kalkıp baş koltuğa oturdum. Terigolara baktım. Şef o gün gördüğüm gibi rahat bir şekilde gülüyordu. Yanına duran June ise kibar bir şekilde bana bakıyordu. Fakat durumun ciddiyetinin daha farkındaydı. Kardeşi iste Alex miydi neydi, yarı açık gözlerle bana bakıyordu.

Şef, “Tekrar karşılaşmak güzel. Kraliçe olduğunu duydum.” Kafamı evet anlamında salladım. June el işaretleriyle bir şey yapınca, kardeşi gözlerini kısıp bana bakarken çevirdi. “Senin kraliçeliğini tebrik ediyor.” Dikkatle kardeşine baktım. Demek bir çevirmene ihtiyacımız olmayacaktı. Sonra, oraya gittiğimiz gün geldi aklıma. İkimiz de elbise giymiştik. İstemsizce güldüm. Boğazımı temizledim.

“Teşekkürler June.” Hayatımda yaptığım en berbat yolculuktu. Derin bir nefes aldım. “Konuya girmem gerekirse, biran önce harita çizimlerine başlamamız lazı-" Kardeşi, “Neden bu kadar acele etmeye başladın? Önceden bu kadar umursuyor gibi değildi.” “Evet şimdi umursamaya başladım.” Dedim soğuk bir sesle. Şef, “Kötü bir durum mu var sevgili kraliçe?” dedi rahat bir gülümsemeyle.

Kardeşi, “O kadar acil değilse, bizi niye kullanmak için o kadar acele ediyorsun!?” Öylece yüzüne baktım. Sorgulanmaktan hoşlanmıyordum. Ben susup öylece ona bakınca, Çiğdem araya girdi. “Öncelikle haklısın, telaş ediyoruz. Çünkü altı ejderha şehirlere saldırmış. Bu saldırıların artmasından ve insanların yanarak ölmesinden korkuyoruz. Halkımızı korumak bizim görevimiz.

Daha fazla acı çekmelerini istemiyoruz. Bu yüzden sizden yardım istiyoruz. Haklısınız yardım etmemek ve bize güvenmemek... Olan şeylerden sonra hakkınız. Fakat lütfen bizi anlayın. Sizin yaşadıklarınızı şimdi bizim halkımız yaşıyor. Ve boyut artarsa... Biz onları daha fazla tutamayacağız ve tüm dünya yanarak ölmeye başlayacak.

Size tüm içtenliğimle söylüyorum. Lütfen bize yardım edin. Sadece bizim krallığımız için değil... Her soy tehlikede. Karşılığında size her türlü yardımı yapmaya hazırız.” Şef, "Sevgili Pirmin nerede?” dedi. Çiğdem'in az önce söylediklerini hiç duymamış gibi. Üçü de bana döndü. Şefin... Tuhaf olduğunu söylemeyi Çiğdem'e unutmuştum. Yüzüm asıldı. Boğazımın sıkıldığını hissetim. “O, kontrolde...”

June iki eliyle ağzını kapattı. Kardeşi, “Hı.” Dedi daha çok bir yapbozu birleştirmiş gibi. Şef gülümsedi. “Demek bu yüzden telaşlısın.” Yüzümü buruşturdum. “Hayır, ben halkım tehlikede diye-" “Kime ne, o iyi göründüğümü düşünüyor, demişti değil mi?” Dedi yumuşak bir sesle. Sinirlenmeye başlıyordum. “Bakın, şef-" Şef sözümü kesti. “Senin için sevdiğin meyvelerden getirdik.”

Ağzım hafif açık ona baktım. Derin bir nefes aldım. “Teşekkürler şef fakat konumuza dönebilir miyiz?” Eliyle Tabi ki anlamında bir şey yaptı. Sanki konuyu döndüren o değil de benmişim gibi. “Kardeşimin söylediği nedenler sizi tatmin ettiyse-" June eliyle bir şeyler söylemeye başladı. Kardeşi püf diye bir ses çıkararak çevirdi. “Size yardım edecekmiş. Çünkü Pirmin'e çok üzülmüş.”

June koluyla onu dürtünce, kardeşinin dudakları büzüldü. Kaldırdığı kaşlarıyla ona baktı. June tek kaşını kaldırınca, kardeşi devam etti. Kurt gibi hırladı. Kulakları sinirden hızlı hızlı oynamaya başladı. “Ayrıca ablam onu kardeşi gibi gördüğünü söylüyor.” June bana döndü ve gülümsedi. Kafamı yavaşça sallarken, June kuyruğu ile kardeşinin saçlarını karıştırıyordu.

Kardeşi kafasını masaya dayamış, kulakları yavaşça oynuyordu. Kendimi toparladım ve tekrar konuşmaya çalıştım. Üç terigonun da kulakları kapıya döndü. Kapıya baktım fakat hiçbir hareket yoktu. Şefe baktım. “Vezirler ve temsilcilerle görüşecek-"  Toplantı odasının kapısı sert bir biçimde yumruklanmaya başladı. Bu sefer sinirden hırlayan bendim. “Gel!” Diye kükredim.

Telaşlı bir asker eğildi. “Kraliçem! Hemen gelmelisiniz. Kraliçem ejderhalar buraya geliyor... Ve ateşlerini kazanmaya başlıyorlar. Ülkenin dört bir tarafına yayılıyorlarmış. Her yerden haberler geliyor.” O kadar hızlı kalktım ki koltuk yere devrildi. Kalbim korkudan sıkıştı. Şimdi ne yapacaktım?! Hepimiz cama baktık. Asker, “Kraliçem giriş tarafında.” dedi buradan göremeyeceğimizi ima ederek.

“Çiğdem'i koru. Getir onu.” Kapıya koşmaya başladığımda, biri kolumu yakaladı. Korkuyla ona baktım. Şef ilk defa endişeli görünüyordu. Benimse kalbim ağzımda atarken ona baktım. Yüzü gerilmişti. “Pirmin senden bir şey saklıyor. Bul onu.” Afallamış bir şekilde onun yüzüne baktım. Sarayda çığlıklar gelmeye başladı. Kolumu ondan kurtardım.

Dışarıya koşmaya başladık. Herkes girişe toplanmıştı. Bana yol açtılar. Koşarak öne çıktım. Askerler konumlanıyordu. Bütün ejderha temsilcileri haykırarak emir veriyorlardı. Dışarıya çıktım ve onu gördüm. Devasa ejderhalar buraya doğru rüzgarı yırtarcasına uçuyordu. Bir değil... Altı değil... Sayısız ejderha... Yolun sonuydu. Hepimiz ölecektik. Ateş püskürtmeye ve saraya gelmeye başlıyorlardı.

Arkalarından dumanlar yükseliyordu. Nefretle soluyorlardı. Kükreyişleri gökyüzunü deliyordi. Arkamı döndüm. Bazıları eliyle ağzını kapatmıştı. Fakat herkes korkuyla ejderhalara bakıyordu. Ben dönünce korkuyla bana baktılar.

Konuşmamı, ağzımdan çıkacak herhangi bir sözcüğü bekliyorlardı. Saray sessizliğe gömülmüştü. Ölüm sessizliğine. Herkes yolun sonuna geldiğimizi biliyordu. “Sarayın içindeki koruyucu yerlere gidin. Tahliyeye hazır olun. Askeri eğitim bilen ya da savaşmak isteyen herkes dışarıya çıksın-"

Bir sarsılma oldu. Yer yerinden oynadı. Birkaç ejderha kükremişti. Alevler buraya geliyordu. Gözlerim doluyordu. “Askerlere yardım etsin, kalkan alın. Yaralıları sarın-" Sözlerimi bitirdiğimde, bütün saray koşarak dışarıya çıkmaya başladılar. Bütün halk savaşmak istiyordu. Tıpkı ikinci Umay'ın zamanı gibi. Ejderha halkı, her zaman birer ejderha savaşçısı olarak doğar.

Bense Pirmin'i arıyordum. Kapının ağzında duruyordu. Birkaç asker onu bağlamıştı. Kontrolde değildi. Gözlerinde anlayamadığım bir ifadeyle bana bakıyordu. Dünyanın yükünü taşıyormuş gibi bir bakış... Gözlerini hiç bu kadar soluk omuzlarını hiç bu kadar kambur görmemiştim.

Koşarak onun yanına gittim. Ve banttı ağzından çektim. “Konuş Swearen, ne saklıyorsun. Hadi... Kalp hakkında ne öğrendin SÖYLE!” Dişlerini sıktı.
Konuşmadı. Gözleri bana bakarken titriyordu. Onu omuzlarından tutum. “Söyle bana. Hadi... Bak halkım ölüyor, bütün dünya etkilenecek. Herkes ölecek Pirmin! Söyle bana.” Bütün dünyaya tercih ettiği şu şey neydi!? Herkesin ölümüne tercih ettiği şey?!

Durdu, gözleri boşluğa baktı. Bana döndü. Kontrole girmişti. Güzel. Elimle onun çenesini tutum. “Konuş, denizin kalbinden ejderhalar hakkında ne öğrendin!?”
Gülümsedi, sırıttı. “Denize gittik. Ezgi... beni denize götü-" “Söylersen seni denize götüreceğim.” Yüzüme yaklaştı, askerler tutacakken onları durdurdum. “Gerçekten mi?” Kafamı salladım. “Gerçekten.”

Tehlikeli bir şekilde güldü. “Ölüm kolyesinde... Ve bir kağıtta... Kağıdı Odaya sakladı... Sakladım... Bulamaz-" Ağzına banttı yapıştırdım ve koşarak merdivenleri çıkmaya başladım.

Saray boşalmış, herkes dışarı çıkmıştı. Gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Korkuyordum. Adrenalin seviyem artmıştı. Merdivenleri üçer üçer çıkarken, korkuluklara savruldum. Bütün camlar patladı. Alevler içeriye süsüldü. Düşmeden tırabzana tutundum. Dişlerimi sıktım. Dışarıdan çığlıklar geliyordu. Hıçkırırken koşmaya devam ettim. Herkes ölecekti... Herkesin sonu olacaktı.

Koridorda koşarken etrafı duman sardı. Ejderha ateşlerinin dumanları. Kolumla yüzümü tutum ve koşarak portre odasının önüne geldim. Kapıları savurarak açtım. Ve koridorun sonuna koşmaya başladım. Kapının sonuna ulaştığımda kapıları, taçta gizli olan mücevher anahtarla açtım. Tacı kafama taktım ve içeriye daldım.

Belkide bir umudum vardır... Korkudan ölüyordum. Neydi bu Pirmin'in bana her şeye rağmen söylemediği şey? Etraf takılar ve bırakılan eşyalarla doluydu. Ortada cam bir bölüm vardı. Koşarak cama yapıştım ve etrafında dönerek eşyalara baktım. Burada değildi. Gidip diğer bölmelere bakmaya başladım. Telaş her yerimi sarmıştı. Beklediğim her dakika birinin ölmesine neden oluyordu.

Bir zırhın yanında, duvarda, cam bir çerçevenin içinde asılı olan kolyeyi gördüm. Zırhın kılıcını çektim ve camı parçaladım. Kolyeyi ellerimin arasına aldım. İçinde zehir olmalıydı? Kase gibi duran bir şeye telaşla koştum. Neydi bu Pirmin'in ölümüne söylemediği şey? Kolyenin ağzını açıp, kâseye ters çevirdim. Fakat içinden sıvı bir şey çıkmadı. Rulo halinde bir kağıt çıktı.

Afalladım.

Telaşla kağıdı açmaya başladım. 





Son Bedel:3 (Tamamlandı) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin