Çiğdem'i geniş mutfakta başı şefler ve aşçılarla çevrili halde buldum. Hafif yaklaştığımda daha geride olanlar hariç kimse ilerlediğimi fark etmiyordu. Çiğdem beceriksiz bir hareketle tabağına bir şey dökerken oldukça dalgın görünüyordu. En yanında duran, saçlarının neredeyse tamamı beyazlamış fakat yüzü 40 gösteren bir kadın şef ihtiyatlı bir sesle konuştu.
“Kraliçem,” derin bir nefes alırken, gözde öğrencisi onu hayal kırıklığına uğratmış gibi bir hale bürünmüştü. “Yavaşça eklemeli, eklerken hızla karıştırmalıydınız. Ayrıca öncesinde kekik dalı koyup biraz beklemeliydiniz.” Dedi. Açık kahve gözlerini sert bir şekilde Çiğdem de odaklamıştı.
Çiğdem elinde yaptığı şeyi yeni fark eder bir biçimde bakarken, gözlerini kırptı ve ellerini yemekten çekip tezgaha dayadı. Yutkundu. Kafasını salladı. Şef arkasına döndüğünde gözlerimiz kesişti. Bir süre bana baktı. Ben kafamı iki yana sallayınca, beni görmezden gelmeye çalışarak aşçıları süzdü.“İşlerinize devam edin.” Dediğinde kalabalık çemberdeki bir çok kişi ayrıldı. Ve beni fark ettiler. Sessiz bir şekilde eğilip yanımdan geçerlerken artık çemberde pek az kişi kalmıştı.
Dört erkek, dört kadın şef Çiğdem'e bakıyorlardı. 30'lu gösteren daha genç ve sempatik olan Çiğdem'in omzunu tuttu. Koca yuvarlak bir gözlük takıyordu ve kulak hizasından beyaz şef önlüğünün aşağısına inen tahminimce bir ejderha dövmesi vardı. Beyaz kıyafetinin omzunda siyah bir havlu asılıydı. Kıyafetinin ön göğüs kısmında bir cep vardı. Cepte bir iki tane tatma kaşığı bulunuyordu. Aralarındaki en genç şefti.
“Çiğdem sen iyi misim tatlım?” Ona böyle seslenmesi tuhafıma gitti. İlginçti. Yani hiçte kraliçeye sesleniyor gibi değildi. Biraz tiksindim. Çok lakayt! Çiğdem neden buna izin veriyordu! Bu adamı öldürecektim... Sevimsiz mahluk!! Bu sırada arkamdan biri bağırdı. “Şef Mehmet, yemek için portakal suyunun içine limon suyu da katayım mı?” dedi ince bir kadın sesi.
O, Çiğdem'in omzunu sıkan (Ne hakla bir kraliçeye dokunurdu!!) Şef döndü. “Evet, iyi düşünmüşün canım.” Kadın baş parmağı ile onaylama işareti verdi. Şef ona gülerken, tekrar Çiğdem'e baktı. Anlaşılan genel olarak böyle bir... Konuşmaya sahipti ve Çiğdem de kraliçeliği mutfakta bırakmasını rica etmiş olmalıydı. Onu onayladığımı söyleyemezdim. Kesinlikle de onaylamıyordum. Ve bunu yapmamasını söylemek için her hücrem bana yalvarıyordu. Fakat o... Olgun bir bireydi. Karışmayacaktım. Ama bu lakayt adamdan iğrenmiştim.
Çiğdem ona döndü gülümsedi, “Yorgunum herhalde.” Önündekileri itip tekrar bir kap aldı, “Baştan yapacağım.”
50’li görünen fakat atletik bir vücuda sahip olan erkek bir şef, kabı ondan alırken konuştu. “Kraliçem, biraz dinlenin lütfen. Yorgun görünüyorsunuz efendim. Belki ablanız size bu konuda yardım edebilir.” Dedi kabı iyice kendine çekerken.Bu sırada Çiğdem de dahil bütün şefler bana döndü. Hepsi eğildi ve selam verdiler. Çiğdem yanıma yürüdü kaşlarını çattı. “Abla? Bir sorun mu var?” Gülümsedim ve kolunu tutum. “Neden biraz dolaşıp konuşmuyoruz?”
Gülümserken bana baktı ve kafasını salladı. Bir kolumu onun omzuna sardım ve mutfaktan çıktık. “Seni bir yere götürmek istiyorum. Sorun olmaz değil mi?”
“Nereye gideceğiz ki?”
***“Küçük hanım şimdide kraliçemizle mi kaçacaksınız!” Dedi fevkalade endişeli sesiyle. Çiğdem deliymişim gibi yüzüme bakıyordu. “Evet, bunu yapamayız abla.” Bir gözüm sinirden seğirdi. Bu kadar endişe beni bunaltıyordu. Yavaşça konuştum. “Benimle gezmek istediğini sanıyordum.”
“Evet abla fakat bu şekilde-" “Değil ki" diye atıldı Menekşe. Koyu toprak rengi pelerinimi bağlamayı bitirdim ve dönüp ikisinin şaşkın yüzüne baktım. “Ben gidiyorum. Geliyor musun?” dedim duygusuz bir sesle.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Son Bedel:3 (Tamamlandı)
Fantasíakaplidio Efsanesinın son kitabıdır... işlenen suçların ödenmesi gereken bedelleri vardır. Fakat nesillerce taşınmış bu bedeli kim ödeyecek? Gerçek suçlu kim? İşlerin yeterince kötü olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz, her zaman daha kötüsü olur...