48. Bölüm: Özür Dilerim

10 5 0
                                    

İlerlerken, kızıl bir ejderha tam tepemizden ve oldukça alçaktan hızla uçarak geçti. Fakat ateş püskürtmemişti. Taş artık ejderhaları çekmeye başlıyordu. Bütün askerler tetikte ve aç bir gözle ejderhaya bakıyorlardı. Yürümeye devam ettim. "O... Bu günlük bizim avımız değil. Devam edin."

Tim hayal kırıklığı ile ilerlemeye devam ettiler. Akşama doğru bir ejderha, uzak bir yerden fakat ateş püskürterek uçtuğunda dudaklarımı ısırdım. Bizi fark edeceklerdi. Taş kendini artık belli ediyordu. Pirmin nefes nefese doğruldu. Kontrolden çıkmıştı. Bir asker onun ağzındaki banttı çekti ve ona su verdi.

Haykırmaktan boğazı yırtılıyor ve her seferinde daha bitkin düşüyordu. Ejderhaların sayısının artmamasını umut ediyordum. Umut etmekten fazlasına ihtiyacım... Bir plana ihtiyacım vardı. Beynimde düşünceler uçuşurken Kemal abi durdu.

Yan gözlerle ona bakınca geldiğimizi anladım. Boğazımı temizledim. Ve arkamı döndüm. "Swearen daha iyi hissediyor musun?" yorgun bir şekilde kafasını kaldırıp salladı. Alnında terler birikmişti. Onu öylece göndermek istemiyordum. İçimde tuhaf bir sızı vardı. Kemal abi tereddütümü fark etti ve kulağıma eğildi.

"Su ona daha iyi gelecektir." Ayrıca ona bakan kişinin evine gidecekti. Boğazımı temizleyip kafamı salladım. Ve elimle Pirmin'i çağırdım. İki asker onu bıraktı. Kemal abi Pirmine baktı ve kafasını salladı. "Siz gidin." Dedim. Onlar uzaklaşırken askerler merakla bana baktılar. Toplanın işaretini yaptım ve biraz yanıma yaklaştılar.

"Kemal yerini biliyor. Sizi tehlikeye atmayacağım." Askerler kafalarını salladılar. Güneş batıyordu. Bu gün dönemezdik. "Kampı kurun." Dediğimde kafalarını salladılar. Çantadan çıkarırlarken öylece oturmaya dayanamadım. İçimde tuhaf bir şey kıvranıyor ve eklemlerimi uyuşturuyordu.

Soğuk bir tavırla bir çantadan çadır çıkarttım. Ekibim... Ekip. Benim değildi. Alışık olduklarından, işi elimden almadılar. Saatler hızla geçiyordu. Her bir çadır kurulmuştu. Bir ateş yakmıştık. Ateşin başında ileri geri volta atıyordum. Elimle gözlerimi ovuşturdum ve askerle döndüm. "Olur da gece saldırı olursa... Gizlen ve koru yapacağız." dedim.

Her yere dağılan askerler bağırdı, "Emredersiniz komutanım!" Volta atmayı kesip yüzlerine baktım. Biri fark etmiş olacak ki hemen konuştu. "Kraliçem, af buyurun. Ağız alışkanlığı..." dedi. Kafamı iki yana salladım. Ve volta atmaya devam ettim.

Hava iyice kararmış. Etraftan baykuş sesleri geliyordu. Ateş yavaşça çıtırdıyor ve alevler yükseliyordu. Askerler yalnız kalmak istediğimi biliyor olduklarından, hafif uzakta ikinci bir ateş yakmış, etrafında sohbet ediyor ve gürültülü kahkahalar atıyorlardı. Av onların ailesiydi. Merak ettim, bir gün ejderhaların soyunu tüketirsek av timinin nasıl bir hayatı olurdu acaba?

En zorlu görevleri onlara verirdik herhalde. Artık aileleri olabilirdi? Henüz bunları düşünmek için erkendi. Bulunduğum durumda: Pirmin kontrolde, ayrıca bende yedek taş ve asıl taş ise gayet güçlü bir pozisyondaydı. Hayallere gerek yoktu. Kolumdaki saati bir kez daha kontrol ettim. 12.49 hala gelmemişlerdi.

Askerler hala vahşi bir şekilde sohbet ediyorlardı. Sönmek üzere olan ateşe birkaç odun daha koyup onu güçlendirdim. Ateş büyürken derin bir nefes verdim. Kollarımı diz kapaklarıma koydum ve kafamı koluma dayadım. Neden hala gelmemişlerdi? Gelmiş olmalıydılar... Onlar hızlı yüzüyorlardı. Balıktı onlar...

Belki de başlarına bir şey... Saçmalıyordum. Kemal abi bir vezirdi. Bir asker. Bir sağlıkçı. Bir teknikçi. Bir tetikçi... Ve ihtiyacımız olabilecek diğer her şeyden belli bir ölçüde onda vardı. Ve Pirmin den iyi kimse bilemezdi oraları. O, suyun hakimi gibiydi. Düşünme biçimi hızlıydı. Gerçek bir askeri reflekslere sahipti. Hızlı kararlar almak konusunda mükemmeldi. Peki ya...

Son Bedel:3 (Tamamlandı) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin