TOM RİDDLE

289 37 102
                                    

Yazarın Notu: Tek bölümlük, Tom Riddle'ın gözlerinden, iç dünyasından yazılan bir ara bölümdür. @eazray 'a armağanım olsun. Fikirlerin için teşekkürler. : )

Hikaye anlatıcı gözünden devam edecektir. Eğer beğenirseniz araya bu şekil bir iki bölüm gelebilir.

Rejection - Abel Korzeniowski bölümün şarkısı okurken dinlemenizi şiddetle tavsiye ederim

-----------------------------------------------------------------------------------------------

Ve işte orada oturuyordu, altın sarısı saçlarına düşen, altın rengi güneş ışıkları güzel yüzüne vururken. Bu, asırlara meydan okumuş kapılardan her geçişimde, onu o masada otururken her görüşümde, bakışlarımı kaçırmak istesem de yapamıyorum. Senelerin, her şeyi değiştirebileceğine inananlarınız vardır, zamanın bazı şeyleri silmeye gücünün yeteceğine. Ne yaşanırsa yaşansın, öylece unutulabileceğine... Oysa bu doğru değil. Sizi temin ederim. 

Kendimi bir kez daha toplayarak, büyük bir coşku içinde, her şeyden habersiz kahvaltılarını eden öğrencilerin arasında, Profesörlere doğru, onun hemen yanındaki yerime yürüdüm. İçten içe hep imrendiğim diğerleri gibi normal bir hayatımın olmasını her şeyden çok dilediğim şu günlerde, her şeyi bir arada tutmak gittikçe zorlaşırken, tüm gücümü normal davranmaya harcıyordum. 

Ron'la geçtiğimiz gün yaptığımız ziyaret, sonrasında olanlar, ve bulduğumuz kitaptan elimden geldiğince bahsetmemeye çalışıyor, belki de aralarında en çok ilgilenmesi gereken ben iken, en uzak duran olmaya özen gösteriyordum. Bunu neden mi yapıyorum? Kaçıyorum. 

Evet, kaçıyorum. Ama korktuğum için değil. Huzursuzca kımıldanan başka bir karanlığın, bir kez daha beni bulmasından duyduğum tarifsiz mutsuzluktan. Bir zamanlar, çok korkunç şeyler yapmış, çok korkunç şeyler istemiş bir çocuktum. Ama çocuktum. Bu hiç bir zaman bahane değildi. Biliyorum. Bunları istememe sebep olan şeyleri, çok eskide, çok uzaklarda bıraktım. Bana uzanan o eli tutarak.

Kolay olmadı elbette. Ne ben, ne Lyncia, ne de başkaları için... Hala, tek başıma soğuk yatağımda yatarken, tavanı izlerken buluyorum kendimi. Bu tek başınalığımın bir şeylerin kefareti olduğunu düşünürken, geçmişin derin girdabında kayboluyorum. Gözlerimi uyumak için kapattığımda gördüğüm şeyleri, dönüştüğüm şeyi, yaşattıklarımı, yaptıklarımı tekrar tekrar yaşıyorum. Geldiğimden beri, birinci kattaki kızlar tuvaletinin önünden bir kez bile geçemedim. 

"Günaydın Tom." dedi bana bakıp, her zamanki gibi sıcacık gülümserken. Gözlerim parmağındaki yüzüğe kaymamak, gerçekleri görmemek için direniyordu.

"Günaydın." diyebildim.

Lyncia, yanında oturan Iona'ya dönüp, sohbetine devam ederken, tek kelime etmeden kahvaltımı ettim. Önümdeki curcunayı, öğleden sonra vereceğim dersleri, öğrencileri, hiç bir şeyi tam olarak düşünemiyordum. 

Kahvaltımı bitirdiğimde, ummadığım üzere, burnumun çok iyi tanıdığı, hafif çiçeksi kokuyu daha da yakınımda hissettim. Bana doğru eğilmişti. "Sabah dersin yoksa, biraz konuşalım." dedi. Buz mavisi gözler, gözlerime sabitlenirken, yalnızca başımı sallayabildim. Ne konuşmak istediğini merak etmiş, onunla baş başa kalabileceğime sevinmiştim.

Birlikte, her ikimizin de çok sevdiği patikaya, okulu göle bağlayan, sanki sihirle bir arada duruyormuş gibi görünen yamuk yumuk tahta köprüye doğru hiç konuşmadan yürüdük. Kasım'ın sonuna neredeyse gelmiştik, en sevdiğim mevsim olan kışı, yüzümüze vuran keskin meltemde hissediyor, etrafı saran yeşilliğin, onu almaya gelen kış için kendisinden vazgeçermiş gibi yok oluşunda görebiliyordum. Ancak hepsine inat, hafifçe grileşmeye başlayan bulutların arasında görünme mücadelesini veren güneş, tepemizde ara sıra beliriyordu. 

Köprünün tam ortasında, gölü okuldan ayıran kayaların manzarasında beni durdurdu. "Kendine gelmelisin." dedi. Sesi çok yumuşak çıkmıştı. 

Gözlerimi ondan kaçırarak, önümde duran görüntüye sabitledim. 

"Neden bu kadar dağıldın?" dedi ben cevap vermezken. Sanki olan bitene verdiğim tepkileri, daha ziyade tepkisizliğimi bana yakıştıramıyormuş gibi bakıyordu.

"Bilmiyorum."  diyebildim. Ki gerçekleri söylemek istememiştim. Tüm düşündüklerimi sesli dile getirmemin onu üzmekten başka neye yarayacağını kestiremiyordum. Bir de, takatimin kalmadığını anlamasını istememiştim. Eskiden çok güçlü olduğumu sanırken, kötülük, ve karanlığın beni, sınır tanımaz nefretimle birlikte zinde tuttuğunu, sonradan edindiğim duyguların ise tam tersini yaptığını, altlarında ezilirken anlamıştım. Günün sonunda, Voldemort olmamış, insan olarak kalmıştım.

"Tom." dedi bir kez daha, içimde kopan fırtınayı sezmiş gibi iyice sokulurken, sesindeki şevkat tüylerimi diken diken etmiş, döndüğümden beri aramızdaki duvarları kaldırmayı, hiç bu kadar çok istememiştim. "Kaçmamalısın. Bu her ne ise yanındayım." Elimi, o gün ben göklere isyan ederken yaptığı gibi avcunun içine alırken, nefesim kesilmişti. Parmağındaki soğuk yüzük tenime değdiğinde, bir anlık rüyamdan uyanarak, ona yapmayı düşündüğüm hamlemden vazgeçtim. Bunun yerine hafifçe gülümsedim. Gözlerim, onun gözleriyle buluştu. 

İşte o an, seneler sonra, buz mavisi gözlerine taktığı lenslerinin arkasında duran, tanıştığım kızı gördüm. O kararlı, inatçı, sıkılmak bilmeden benimle uğraşan, yanımda olan, affeden, dinleyen, değiştiren ve bir zamanlar seven o kızı. "Seni özlüyorum." dedim aniden. Neredeyse hiç düşünmeden konuşmuştum. Kalbim, başka türlüsüne izin vermemişti.

"Biliyorum." dedi gözleri gözlerimden kaçarken, yine de elimi bırakmamış, aksine belli belirsiz sıkmıştı. Kendine, bir şeyleri hatırlatıyor gibi bir hali vardı. Yine de, bana cevap vermedi. En azından beklediğim cevabı. "Lütfen toparlan." 

Benim için zamanın durduğu o saniyede, içimde, en derinlerimden gelen bir his, beklemediğim şekilde bana hakim olurken, "Haklısın." dedim. Lyncia'nın gözlerinde gördüğüm o şey, üzerimdeki ölü toprağının kalkmasına yardımcı olmuş gibiydi. Bunun umut olduğunu düşünüyordum. Dünya üzerindeki en tehlikeli şey olan umut. Ya da kendimi öyle kandırmayı seçiyordum. Çünkü haklıydı. Kaçamaz, saklanamazdım. Gelmekte olan her ne ise, bir kez daha tıpkı daha önce yaptığım gibi yüzleşmek zorundaydım. Elleri, ellerimden ayrılırken, ona son bir kez baktım. "Bir gün" dedim duraksayarak. "Hepsi sona erecek değil mi?"

"Evet." dedi bana gülümseyerek, bulutların arasından kurtulan güneş, gölün hakimiyetini ele geçirerek, muazzam şekilde parlamasına sebep olurken.






Amon (Tom Riddle)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin