1. KISIM: 14. Bölüm

281 123 400
                                    

Uyan Defne, uyan.. Lanet olsun uyanmak zorundasın. Sürekli tekrar edip durdu kendi kendine. Gördüğü her kabustan bu şekilde uyanmaya çalışırdı. Pek çok insan gece gördüğü rüyaları sabah uyandığında hatırlamaz. Bazıları ise birkaç gün içinde unutur gider.

Defne ise tüm rüyalarını an be an hatırlıyordu. Bir keresinde şöyle demişti Doktoruna "aklım erdiğinden beri gördüğüm tüm rüyaları hatırlıyorum. İlk gördüğüm kâbusu bile. Altı yaşındaydım doktor, sadece altı.." Doktor ona bunun bilinç altından kaynaklandığını stresten uzak durmasını söylemiş, sonunda da bir kaç hap yazıp göndermişti. Sonunda diye düşünmüştü. Bir defa olsun rahat bir uyku çekeceğim. Henüz bilmiyordu ama bu, onun doktora son gidişiydi. Çünkü her şey daha da kötüye gitti.

İlk gece hapı içip uykuya daldığında, başına gelecekleri ön göremedi. İlaçlar fazlasıyla uyku yapıyordu. Ve bu da, uyku da normalinden daha fazla zaman geçirmesine sebep oldu. En zor ve uzun gecelerden biriydi. Gözünü gece karanlığında araladı, yine o lanet olası iki kanatlı demir kapının eşiğinde duruyordu.
Kahretsin ilaçların işe yaraması gerekiyordu. Kapı kanatları iki yanına açılmış ve her ikisinin üzerinde de, gece karanlığına yakışan siyah kuzgunlar duruyordu.

Kuzgunların sesleri ürkütücü bir melodi gibiydi. Sanki onun gelişini kutlayan bir seramoni yapıyorlardı. Geri gidemeyeceğine göre bu kapıdan geçmek ve kabusun bitmesini beklemek zorundaydı. İlk adım attığı anda tüm bedenini ürperti ve mutsuzluk sardı. Korku ile bir yere kadar baş edebiliyordu ama bu mutsuzluk hissi onun tüm enerjisini tüketiyordu. Yavaş adımlarla kapıdan içeri girdi. Bu sefer sık ağaçlarla çevrili bir ormanın içindeydi. Kuzgun sesleri azar azar yok olurken, öten baykuş sesleri geceyi kapladı.

"Neden?" dedi. "Neden her gece bunu yaşamak zorundayım? Buna sebep olan şey ne? Uyan Defne.. uyan!" Kendi kendine konuşurken ağır ve temkinli adımlar atıyordu. Tetikteydi. Çok fazla yürümemişti ki, karşısında onu gördü. Yine oradaydı işte. Boyu yaklaşık iki metreydi. Üzerinde, kapüşonlu ve tüm bedenini saran uzun kuyruklu, siyah bir cübbe vardı. Doğrudan Defne'ye bakıyordu. Ama gözleriyle değil. Çünkü gözleri yoktu. "İşte başlıyoruz" diye söylendi. Cevap çok geçikmedi "koş bakalım tavşancık, koş.." Defne derin bir nefes aldı ve ormanın derinliklerine doğru hızla koşmaya başladı. Ta ki son nefesini verene kadar...

Şimdiyse bu yaşananların, özellikle bu son sahnenin gördüğü kabuslardan biri olmasını diledi. Çünkü en kötü kabusların bile bir sonu vardı. Ama nafile tüm bunlar gerçekti. Diğerleri de tıpkı kendisi gibi donup kalmış haldeydi. Gözünü bile kırpmadan olan biteni izliyorlardı. Defne'nin bedeni kilitlenmişti. Hareket etmek, kardeşini de alarak bu cehennemden kaçmak istiyordu. Cehennem.. Başka tanımlaması yoktu bunun. Özellikle de Şeytan tam karşılarında dururken.

Acınası gözlerle baktığı kadın karşısında bir canavara dönüşmüştü. Böyle bir şeyden nasıl kaçılır ki? Ali, ablasını arkasına almış ve onu güvende tutmak için tek kolunu geriye atıp, yarı sarar şekilde bekliyordu. Deklanşör sesi ile dikkati dağıldı. Yağmur elinde ki dijital makine ile fotoğraf çekmeye başlamıştı. Göz ucuyla Yiğit'e baktı. Titriyordu ve gömleği terden sırılsıklam olmuştu. Ali'nin arkasından başını uzatarak olanları izlemeye başladı.

Sırat oldukça sakin bir şekilde yaratığın karşısında duruyor ve onunla konuşuyordu.

"Gerçek yüzünü ne zaman göstereceğini merak ediyordum doğrusu. Neyse ki çok uzun sürmedi"

"Bunun bedelini ödeyeceksin koruyucu. Beni bu kafeste ne kadar tutabileceğini sanıyorsun? Buradan çıkacağım"

"Elbette. Ama sen değil küllerin"

BU SADECE BAŞLANGIÇHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin