Öğle yemeğinden sonra bahçeye çıkıp biraz etrafta dolaşmaya karar verdim. Etrafta çeşitli meyve ağaçları ve renklerini gökkuşağından alan muazzam çiçekler eşsiz bir tabloyu anımsatıyordu bana. Tanrı belli ki iyi bir ressamdı.
Sonra talim alanına doğru yola koyuldum, Ateş'in, Yağmur ve Aliyle olan kılıç talimlerini izlemek istiyordum. Alana gelince kılıç sesleri etrafta yankılanmaya başladı. Diğerlerinin arasında Ali'yi bulmam zor olmadı. Hedeflerin önünde durmuş arbalet ile atış yapıyor ve birini bile ıskalamıyordu. Emma hemen yanında ona nasıl atış yapacağını gösteriyordu. Kız bu konuda oldukça iyiydi doğrusu. Yağmur ise diğer tarafta Ateş ile kılıç dövüşü yapıyordu. Bir saman yığını üzerine oturmuş olan Süer'i görünce yanına gittim.
"Oturabilir miyim?"
"Üzgünüm hanımım sizi fark etmedim." diyerek ayağa fırladı ve bana yer verdi. Gösterdiği yere oturup onunda oturmasını işaret ettim. İkilemde kalsa da itiraz etmeden oturdu.
"Ee.. talim nasıl gidiyor? Bizimkilerde ışık var mı sence?"
"Hanımım bunu yorumlamak bana düşmez."
"Hadi ama, sadece sohbet ediyoruz Süer."
"Ali'yi gemi de gördük zaten. O arbaleti kullanmakta kısa sürede ustalaşacak. Geldiğinden beri bir hedef dahi ıskalamadı. Ama bana sorarsanız kılıç eğitimi de almalı. Yağmur ise, ondan hiç beklemediğim kadar yetenekli." Kaşlarımı kaldırıp yüzüne bakınca gerildi.
"Yani o biraz fazla kırılgan duruyor o yüzden öyle söyledim hanımım. Ama şaşırtıcı derecede elindeki hançere hakim ve inanılmaz dengeli. Ayağını yere çok sağlam basıyor ve bu hem saldırıda hem de savunmada çok önemli bir kuraldır." Başımı çevirip Ali ve Yağmur'u tekrar izlediğimde endişenin yanı sıra gurur duydum.
"Yetenekli savaşçılarla gelmişsiniz." Savaşçılar..
"Onlar savaşçı değil Süer, sadece kendilerini korumayı öğreniyorlar." sesim gergin çıkmıştı.
"Haklısınız hanımım, umarım asla savaşmalarına gerek kalmaz."
"Umarım.." Genç yüzüne dikkatle baktım.
"Kaç yaşındasın Süer?"
"On dokuz efendim."
"Sadece on dokuz mu? Yüz yıl veya bin yok mu?" Güldü.
"Hayır hanımım yok, sadece on dokuz."
"Çok gençsin. Neden buradasın Süer?"
"Ben yarı melek ve yarı insanım. Bize Nefilim diyorlar. Doğduktan kısa süre sonra eğitim için buraya getiriliriz ve iyi ile kötü arasında ki savaşta Tanrı için hizmet ederiz. Yine de insanlar, şeytanlar ve hatta bazı melekler bile safkan olmadığımız için pek bizden hoşlanmazlar."
"Neden?"
"İnsanlardan daha güçlü, dirayetli ve hızlıyız. Aynı zamanda özgür iradeye sahibiz. Melekler bu özelliklerimizi tehlike unsuru olarak görüyorlar ve Tanrıya bağlılığımızın pamuk ipliğine bağlı olduğunu söylüyorlar. Ama onlara ispatlayacağım. Bu savaşı kazandığımızda Nefilimlerin de Tanrı'nın yanında olduğunu herkese göstereceğim." Sesinde ki kırgınlık ve uzaklara dalan bakışları burkulmama sebep olmuştu. Adaletsizlik her yanımızı kuşatmışken biz hangi iyiliğin savaşını verecektik?
Karşı taraftan gelen sert çelik sesiyle sohbetimiz bölündü. Yağmur talim sırasında Ateş'in kılıcını düşürmüş ve hançerini göğsüne dayayarak onu yürütüyordu. Ateş ellerini teslim olmuş gibi havaya kaldırıp geri geri yürürken neredeyse yanımıza kadar gelmişlerdi. Nihayet sırtını yan tarafımızda ki saman yığınına dayadığında gidecek yeri kalmamıştı. Yağmur bunu fırsat bilip hançer dediği küçük kılıcı onun boynuna dayadı. Ateş öne doğru bir hamle yapmak istediğinde Yağmur onu sertçe itti. Bunu yaptığında saman yığını aniden devrilince birlikte yere düştüler. Ateş altta, Yağmur ise onun üzerindeydi. Hayretle onları izliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BU SADECE BAŞLANGIÇ
Mystery / ThrillerElimi uzatıp onun elini tuttuğumda beni kaldırıp kucağına aldı. Kendi etrafımızda dönüp duruyorduk. Sanki dans eder gibiydik.. ***** Şimdiyse burada, bu kana bulanmış savaş alanında, yer yüzüne mahşer gününü bizzat ben getirdim. Bu günün geleceğini...