Yağmur'un verdiği adrese vardığında taksi aniden durdu. Defne ise camdan dışarı bakıyor gördüklerinden gözlerini alamıyordu.
"Hanımefendi geldik. Verdiğiniz adres burası." dedi taksici.
"Biliyorum. Affedersiniz, dalmışım." dedi Defne taksiciye parayı uzatırken.
"Sorun değil. İşiniz kısa sürecekse burada bekleyip sizi eve bırakabilirim. Buralar bu saatlerde biraz tenha olur. Yalnız kalmanızı istemem." diyen taksici genç kadını baştan aşağı süzdü.
Defne, taksicinin sırıtan, cüretkar suratına sertçe baktıktan sonra, "gerek yok teşekkür ederim, buraları iyi bilirim. Bu cadde de pek araç sıkıntısı olmaz" diyerek taksiden inip yürümeye başladı.Saat epeyce geç olmuştu. Bir an durup, tanıdık caddeye baktı. Cadde biraz olsun kalabalıktı. Minibüs bekleyen insanlar, tramvay, gelip geçen taksi ve arabalarla birlikte hareketli bile sayılabilirdi.
'Ne yaşıyorsun Yağmur, burayı neden seçtin? Yada ne kadar çaresizsin?'
Buralarda geçirdiği zamanları düşündü. Gittiği okulu, arkadaşlarını, o zamanlar oturduğu evi... "Hey gidi Fatih" diye geçirdi içinden. Yağmur'la ikisinin ne çok anıları vardı bu buram buram tarih kokan semtte. Tekrar burada yaşamayı ne çok isterdi.
Burada doğmuş, büyümüş ve okumuştu. O yıllar androidler henüz kimseyi ele geçirememişti. Ders çıkışlarında koşa koşa o meşhur kahvecilere gidip uzun kuyruklar sonunda üzerinde isimlerin kabak gibi yazdığı karton bardakların peşinden koşup selfieler çekilmezdi. Çok daha basit ama o zamanın koşullarında en eğlenceli şeyler yapılırdı.
Okuldan kaçıp Zevk turşucusuna gitmek gibi mesela.. Kışın koşar adımlarla Vefa bozacısına gidip boza içmek.. Yazın ise Sevda gazozcusunda her akşam ayrı bir gazozu denemek.. Her perşembe halk gününde Reşat Nuri Güntekin tiyatrosunda bir oyun izledikten sonra çıkışta Saraçhane'nin ünlü, el arabasında satılan nohut pilavından yemek gibi.. Ne günlerdi ama..
Defne'yi düşüncelerinden sıyıran yine çalan cep telefonu oldu. Arayan Yağmur olmalıydı.
"Alo"
"Neredesin? Çoktan gelmiş olmalıydın."
"Geldim merak etme. Girişe doğru yürüyorum."
"Tamam ama ecele et biraz. Burası fazla sessiz."
"Ne oldu? Yoksa korkmaya mı başladın?"
"Korkmam sana komik geliyorsa, içeri girene kadar bekle Defneciğim. Tanrı aşkına burası bir mezarlık tabi ki korkuyorum."
"Tamam tamam, kızma giriyorum şimdi içeri. Hem mezarlıkta buluşmak istiyorsun hem de korkuyorsun."
"Uzatma. İçeri girdikten sonra dümdüz yürü, on iki mezar say ve geçtikten sonra dur. Ben seni görürüm. Bu arada kimseye benle buluşacağını söylemedin dimi?" sesi tedirgindi. Bir şey onu fazlasıyla korkutmuş olmalıydı. Defne cevap vermedi.
"Defne...? Alo... Defne orada mısın? Cevap ver lütfen. Defne...?"
Yağmur, Defne'den ses gelmeyince paniğe kapılmıştı. Yoksa Defne takip mi edilmişti?"Defne, lütfen konuş benimle..."
"Alo, Yağmur sakin ol buradayım."
"Ne oldu, neden cevap vermedin? Çok korktum."
"Korkacak bir şey yok mezarlığa girmeden önce dua etmek istedim sadece." Bu Yağmura söylediği bir yalandı. Aslında karanlığın içinde hızla hareket eden bir gölge gördüğüne neredeyse emindi. Bu onu neden bu kadar korkutmuştu ki? Yağmur'un bu gizemli halinin psikolojisi etkilediğini düşündü.
"Sahi mi? Aklını mı kaçırdın sen? İnsan bir uyarır. Ses de vermiyorsun."
"Tamam, affedersin. İçerideyim şimdi, yürüyorum. Birazdan yanında olurum. Tam olarak neredesin?"
"Yağmur...? Alo..." derken telefon birden yüzüne kapanmıştı. Defne telefona baka kalmıştı. Numarayı hemen geri aradı ama telefon kapalıydı. Ne oldu şimdi? Az önce yaşanan şeyin intikamını alıyorsun Yağmur hanım diye düşünürken öten bir baykuş Defne'nin yerinden sıçramasına neden oldu. Kahretsin, burası o kadar da sessiz değilmiş diye geçirdi içinden. Etrafına bakınırken, mezarlıkların sadece filmlerde sis bulutları ile kaplı olduğunu düşünürdü. Ama şuan karşısında ki görüntü bir film sahnesi değil, gerçeğin ta kendisiydi. Tanrı aşkına neler oluyor?
Yağmur'un hakkı vardı. Burası biraz ürkütücüydü. Yürümeye devam etti. On ikinci mezarlık demişti Yağmur ama oraya vardığında kimse yoktu. Biraz daha yürüyüp arkadaşını aramaya başladı. Arada fısıltı ile adıyla sesleniyor ama bir karşılık alamıyordu. Etrafına bakınırken arkasında bir çıtırtı duydu. Ağır ağır arkasına dönüp baktı ama bir şey göremedi. Tekrar önüne döndüğünde ise onunla yüz yüze geldi.
Simsiyah giyinmişti. Yüzünü tamamen örten kapüşona rağmen doğrudan yüzüne baktığını biliyordu. Burada olmaz, şimdi olmaz.. Kalp ritimleri hızlanmaya başladı. Siyahlar içindeydi ve adım adım kendisine doğru yaklaşıyordu. O yaklaştıkça Defne'nin nefes alıp verişleri hızlanmaya başlamıştı. Olduğu yerde kalakaldı. Hareket etmek ve oradan uzaklaşmak zorundaydı. Ama kıpırdamıyordu. O ise gelip tam önünde durup, elini kapüşonuna götürdü. Defne kalp krizinin eşiğinde olduğunu hissetti. Tam da yerindeydi zaten; Edirnekapı Mezarlığı. Kapüşon açıldığında duyduğu ses tanıdık olmasa gerçekten çığlığı basabilirdi.
"Dua etmen bitti mi?" diyen Yağmur, Defne'nin yüzüne bakıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BU SADECE BAŞLANGIÇ
Mystery / ThrillerElimi uzatıp onun elini tuttuğumda beni kaldırıp kucağına aldı. Kendi etrafımızda dönüp duruyorduk. Sanki dans eder gibiydik.. ***** Şimdiyse burada, bu kana bulanmış savaş alanında, yer yüzüne mahşer gününü bizzat ben getirdim. Bu günün geleceğini...