2. KISIM: 18.Bölüm

99 18 238
                                    

SIRAT (Alistair)

M.Ö

Gözlerimi gece karanlığına açtığımda etrafımı seçemiyordum. Yattığım yerden hafif doğrulup etrafa daha dikkatli bakınca ay ışığının aydınlattığı kayalıkları nihayet görebildim. Duvarda ki nemden dolayı suya yakın olduğumu anlamam uzun sürmedi. Belki de bir nehir veya göl yakınlarında olmalıydım. Ayaklarımı yataktan aşağı salıp ellerimde destek alarak kalkmak istedim fakat göğsümde ki acı buna kısa sürede olsa engel oldu. Elimi göğsüme götürünce kapanmış olan yara izini fark ettim. O an hatırladım olan biteni. Belial ordusu ile beraber Neforia'ya saldırmış ve tam bir kıyıma sebep olmuştu. Kitana'yı, aşkımı orada kaybetmiştim. Ölüm anı gözlerimin önüne gelince, acı ve öfke gözlerimden akmaya başladı. Bu, var olduğum süre boyunca yaşadığım en büyük acıydı. Belial kılıcını kalbime sapladığında bile bu derece acı çekmemiştim. Orada ölmem gerekiyordu ama hâlâ hayattaydım.

Hızla yataktan kalkıp adım atmak istedim ama bacaklarımda ki hissizlik beni yere düşürdü. Ellerimle bacaklarımı yokluyor ama hiç bir şey hissetmiyordum. Uyuşuk gibiydiler. Bir an önce Neforia'ya dönüp neler olduğuna bakmalıydım. Kalkmak için defalarca deneme yapsam da başarılı olamadım. Sürünerek yatağa geri döndüm ve ellerimle destek alarak doğrulmayı denedim ama yine başarısız oldu. Saldırının olduğu zamanı kafamda canlandırıp duruyordum. İkinci büyük acım ise o an yankılandı yüreğimde; Lora...

Yerde kanlar içinde yatarken, Klaus'tan onu alıp kaçmasını istemiştim. General Lora'yı kucaklayıp oradan uzaklaşırken, kızımın Klaus'un omuzu üzerinden bana bakışı ve uzattığı eli gözümün önünden gitmiyordu bir türlü. Karımı kaybetmiş olsam da kızımı bulmak için derhal ayaklanmam gerekiyordu. Son bir deneme yapıp tekrar doğruldum. Önce dizlerim üzerinde dururken acele etmeden ayaklarımı yere sağlam basarak ayakta kalmaya çalıştım. Nihayet ayaklarım üzerinde duruyordum. Tam dengede sayılmazdım ama bu da bir başarıydı. Bir gayretle adım atmak istediğimde ise tekrar dengemi kaybettim. Tam düşmek üzereydim ki beni tutan kollar buna mani oldu. Kim olduğunu görmek için baktığımda ilahi yüzü beni şaşkına çevirdi.

"Mikâil?"

"Merhaba Alistair." Tanrı'nın savaşçısı, baş melek Mikâil, altın sarısı saçları ve yeşil gözleriyle tam karşımdaydı.

"Beni sen mi kurtardın?"

"Evet. Tabi Tanrı'nın buyruğu ile.."

"Neredeyim? Halkım, onlara ne oldu?"

"Göl kıyısında ki mağaradayız. Halkın zor zamanlar geçirdi ama şuan iyi olduklarını söyleyebilirim."

"Peki Lora, ona ne olduğu hakkında bir şey biliyor musun?"

"Lora'yı merak etme, Klaus ona gayet iyi baktı. Tıpkı annesine benziyordu. Uzun zamandır yer yüzünde gördüğüm en iyi kadın savaşçılardan biriydi."

"Biriydi." Neden geçmiş zaman kullandığını anlamadım. Üstelik o daha bir çocuktu nasıl savaşçı olabilirdi ki?

"O daha çocuk Mikâil, bu oyunun bir parçası olmasına izin vermeyeceğim. Şimdi bacaklarım konusunda bana yardımcı olursan eğer gidip kızımı bulmak istiyorum."

"Alistair.."

"Lütfen, bacaklarım.." İtiraz etmeden elleriyle diz kapaklarıma dokundu ve Enokyan* dilinde bir şeyler söyledi. Bacaklarımın canlandığını hissedebiliyordum. Şifa duası bittiğinde karşıma geçti.

"Eskisinden daha iyi olacaksın Alistair."

"Teşekkür ederim. Şimdi gidip kızımı bulmalıyım. Sonra Belial'a bu yaptıklarının bedelini ödeteceğim." Yatağın köşesine dayalı duran kılıcımı yanıma alarak mağara çıkışına yöneldim. Ama mağara girişini kapatan şelale beni durdu. Etrafında gezinip çıkacağım bir yer ararken göl suyunun yansımasında kendimi gördüm. Saçlarımın neredeyse tamamı beyazlamıştı. Kabullenmek istemediğim gerçeği duymak için hemen arkamda duran Mikâil'e seslendim.

BU SADECE BAŞLANGIÇHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin