16. BÖLÜM - TARUMAR HALDEKİ RUHLAR

832 34 394
                                    

Şarkılar:

Deathzone - Apocalyptica
PILLOWTALK - ZAYN
In The Shadows - Amy Stroup
Canavar - mor ve ötesi
Black Out Days - Phantogram
The Rumbling - Rok Nardin

Simsiyah ve dipsiz bir çukuru andıran gözbebeklerim; içlerinde yaşamı, ölümü, sonu, sonsuzluğu, doğurmayı, öldürmeyi, inanmayı, kaybetmeyi, istemeyi, pes etmeyi ve daha çok daha fazlasını barındırıyorlardı. Tıpkı benliğim gibi tamamen bir tezatlık abidesinden ibaretlerdi. Çünkü evren denilen içine sıkıştığımız kainatta da aslında her şey zıt bir şekilde tezahür etmişti zamanın çok öncesinde. Bu şekilde her şey birbirini tamamlayabilmiş, bir bütün oluşturabilmişlerdi.

Ve benim siyahın en koyu halinden oluşan gözlerimde vuku bulan bakışlarım da tıpkı hayatın ta kendisi gibiydi. Sanki ilk insandan günümüze kadar evrenin şahit olduğu her şey bakışlarımın içine hapsolmuştu. Belki de insanlar bu yüzden bakışlarımdan bu denli rahatsız olup korkuyorlardı zaten: Çünkü bakan herkes içinde kendisini buluyor, kendi gerçekliğine rastlıyordu.

İnsanoğlunun birçok özelliği vardı ve bunlardan birisi de korkak olmaktı. İnsan birçok şeyden korkabilirdi; hislerinden ve düşüncelerinden mesela. Ve ben de bu korkaklık tanımına en çok uyanlardan birisiydim. Çünkü bakışlarımdaki bilgelik henüz ruhuma ermemişti ve ben hala toy bir genç kız olarak çevremdeki birçok şeyden korkuyordum. Hapsolduğum yeraltından, kaçtığım insanlardan, düşüncelerimi oluşturan fikirlerimin ipliklerinden ve hislerimin bağını ören kalbimin kıvrımlarından...

Daha görecek çok şeyimin olduğunun bilincindeydim. Daha yaşadıklarımın aslında hiçbir şey olduğunun da farkında olmam gibi. Ve bu da korkutuyordu beni. Gelecek o kadar belirsizdi ki, ileride beni nelerin beklediğini öylesine bilmiyordum ki korkmadan edemiyordum. Kaderimin örüldüğü ağların beni hangi yollardan yürüteceğini, o yolların nereye çıkacağını ve yolların sonunu görüp göremeyeceğimi bilememek yeterince gericiydi.

Fakat sanırım hayatın cazibesi de buydu. Çünkü insanı korkutan şey çoğu zaman büyülüyordu da. Tıpkı kaderimizi bilemememize rağmen yaşamak için hem bir o kadar hevesli hem de ürkek olmamız gibi.

Gözlerimin içine biraz daha baksaydım o kara deliğin beni içine çekip diğer her şeyle beraber hapsedeceğini bildiğim için bakışlarımı aynadaki yansımamdan çektim ve yatağıma doğru dönerek, az önce üstüne yatağa koyduğum telefonumu ve evimin anahtarını; dolabımın içinde bulduğum bir omuz çantasının içine koyup omzuma astım. Her ne kadar genelde bakışlarımdan kaçıp dursam da az önce üzerimi değiştirdikten sonra anlık yansımamla göz göze geldiğimde bu sefer bakışlarımı hemen çekmemiştim. Ama şimdi gitme vaktiydi çünkü daha fazla oyalanmamam en iyisi olacaktı. Gamze'yi kendime itiraf bile etmek istemeyeceğim kadar çok özlemiştim.

Evden çıkınca asansöre de binip aşağıya indim. Her zamanki gibi apartmanın hemen önünde duran Ramazan Bey'in siyah aracının arka koltuğuna kendimi atmam da uzun sürmemişti. Adama "Sığınak'a," dememle direkt sürmeye başladı.

Gamze beni bir saat önce aramıştı ve bu sabah İstanbul'a geldiğini, çok geçmeden Sığınak'a geçeceğini haber vermişti. Şu an çoktan Sığınak'ta olmalıydı. Perşembe günü Yaser evime yemeğe gelmeden önce Gamze ile telefonda konuştuğumuz zaman bana çarşamba günü Manisa'ya annesinin yanına gittiğini ve bugün döneceğini söylemişti. O gelir gelmez buluşmak için sözleşmiştik ve bunu yapmak için de Sığınak'ta buluşmamız en kolayı olacaktı. Hem Gamze'nin birkaç günlük olan yokluğu yüzünden çok geçmeden direkt işlerine devam etmesi lazımdı hem de benim de Sığınak'a gitmem gerekiyordu zaten.

YAKAMOZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin