Şarkılar:
The Rising - UNSECRET
Kanarım - Cem AdrianBir kuyunun yanında dikiliyordum.
Yanında durduğum, büyük taşlarla kabaca dizilmiş kuyuya yaklaştım ve içine iyice baktım. Gördüğüm tek şey karanlık oldu, kuyunun dibi gözükmüyordu.
Belki de dibi yoktu. Kuyu asla bitmiyordu, sonsuzdu.
Bir rüzgar esti. Siyah saç tutamlarımı dağıttı ve yüzüme çarptırdı. Esen yel öylesine şiddetlendi ki bedenim sarsılmaya başladı. Ayakta zor duruyordum ve az daha yere düşecekken kuyuya tutundum. Kuyu desteğim olmuştu ama rüzgar dinmiyor aksine daha da güçleniyordu.
Yüzümün önüne savrulan saçlarım yüzünden önümü göremiyordum. Rüzgarın uğultusu kulaklarımda dolaşıyordu ve uğultu, kıyametin kopmaya başladığının alameti olan İsrafil meleğinin sura üflemesini andırıyordu. Sanki son yaklaşıyordu, kıyamet kopmak üzereydi ve rüzgar bana bunu anlatmaya çalışıyordu.
Titriyordum. Neden titrediğimi bilmiyordum ama üşüdüğümden olmadığı kesindi. Can bazen fiziksel olmaktan çok ruhsal olarak yıkılırdı. İnsanın içindeki depremlerin artçıları vücuduna vururdu ve sen öylece durur, zangır zangır titreyen bedenini izlerdin. Elinden bir şey gelmezdi.
Rüzgar esmeye devam etti. Titremem durulmadı.
Bir anda yalpaladım. Bedenim dengesini yitirirken sımsıkı tuttuğum kuyu ellerimden kaydı ve ben içine doğru devrildim. Kuyunun içine düşmeye başladım.
Fakat kendim düşmemiştim, rüzgar da değildi düşmemin sebebi. Biri omuzlarımdan itmişti beni. Hatta biri değil, birileri. Tanelercesi, onlarcası, yüzlercesi. Bir kötülük gördüğünde görmezden gelenlerin hepsiydi düşmeme sebebiyet veren.
Ben kendim düşmemiştim. Tutunmuştum, direnmiştim ama en sonunda itilip başlamıştım düşmeye. Bazen ne yaparsan yap düşerdin, bazı olacakları engelleyemezdin. Bazen olacaklar yaşanmak zorundaydı ve onlardan kaçışın olmazdı.
Kuyunun içinde düşmeye devam ediyordum. Karanlığın içindeyken o kadar hızlı düşüyordum ki etrafım çok bulanık görünüyordu. Düşerken uzuvlarım duvarlara çarpıyordu; taşlar kollarımı, bacaklarımı çizerken hızla arkamda kalan duvarlarda kanlarımın izlerini bıraktığımı bilmem için görmeme gerek yoktu.
Düştüm, düştüm ve düştüm. Ne kadar aşağıya inersem ineyim asla sonlanmıyordu kuyu. Haklı mıydım, kuyu gerçekten de dipsiz miydi?
Asla bitmeyecek miydi?
Yere çakılsam da olur, yeter ki bitsin. Sonsuza kadar düşmekten ziyade düşüp yere çakılmayı yeğlerim.
Ama kuyunun sonunu hala göremiyordum.
Dalgın gözlerim boşalmış kahve kupasının içindeyken göz kapaklarımı kırpıştırıp kendime gelmeye çalıştım. Kupanın içinde bir yudumluk kalan artık soğumuş kahve birikintisiyle bakışırken kaşlarım çatıldı. Siyah kupanın içi bir kuyuyu andırıyordu ve bardağın dibindeki kahvenin koyu renk sıvısı yüzünden bardağın dibini göremiyordum.
Son yudumu hızlıca içtim ve sert kahvenin boğazımdan aşağıya kaymasına izin verdim. Koltukta oturmaya devam ederken önümdeki sehpaya eğilip kupayı üzerine koyduktan sonra kanepede arkama geri yaslandım ve dizlerimi kendime çektim. Kollarım gevşekçe bacaklarıma sarılırken dışarıdan bakan biri için oldukça kambur göründüğümün farkındaydım. Fakat sıkıntı yoktu çünkü evde yalnızdım, kimse kambur duruşumu göremezdi. İzin vermezdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAKAMOZ
General FictionHazal, yaşadığı bir olay üzerine yıllardır zorla tutulduğu yerden kaçmak zorunda kalır. Hiç beklemediği bir anda karşısına çıkan ve bazı şeylerin karşılığında onu koruyabileceğini söyleyen deniz gözlü adam, Hazal'ın hiç tahmin edemeyeceği biri çıkmı...