Şarkılar:
Magdalene - Akira Yamaoka
Bad Dream - Ruelle
İçimdeki Çığlık - Toygar Işıklı
Benim Adım Orman - Şebnem FerahBoş adımları sokaklar boyunca ilerlemeye devam ediyordu, simsiyah gözleri Arnavut kaldırımlara mıhlı haldeydi. Kalbi hissettiği acıların yorgunluğu ile çökmüş, zihni farkındalığın verdiği kederle işlemlerini yerine getirememeye başlamıştı. Sadece yürüyordu, sadece ilerliyordu. Ne o anı ne geçmişi ne geleceği düşünüyordu. Yalnızca yürüyordu, annesi onu evden her kovuşunda yaptığı gibi. Uzaklaşıyordu zaten ait olamadığı o meskenden.
Sokaklarda avare bir şekilde ilerlemekten canı sıkılınca simsiyah gözleri etrafta gezindi ve hasbelkader bazen salıncağında sallanmaya geldiği parka yaklaştığını, parkın önündeki dere yatağının oraya geldiğini gördü. Hiç düşünmeden, bileklerine prangalar bağlıymış misali ağır ağır dere yatağına doğru yaklaştı ve korkulukların önünde durdu. Hava o gün kapalıydı, rüzgarlıydı ve yağmur yağdı yağacaktı. Suların hırçın bir şekilde ilerlediği dereyi izlerken 'Şimdi kendimi buradan aşağıya atsam cesedimi bulmaları ne kadar sürer acaba?' diye düşündü dalgın bir şekilde. Daha acı bir düşünce ise hemen ardından geldi. 'Annem yasımı ne kadar süreliğine tutar?'
Asla benliğinden ayrılmayan ve onu yalnız bırakmayan sesler 'Hala annenin matemini tutacak kadar sana değer verdiğini düşünüyorsun.' diye dalga geçince gözlerini birkaç saniyeliğine yumdu. Seslerin sesini kısmayı bir türlü başaramaması böyle anlarda onu yalnızca öfkelendiriyordu. Sürekli cızırdayan bir radyo yayını gibi rahatsız edicilerdi. Bir gün onların üstesinden gelebilecekti ama bugün değil.
Gözlerini araladı ve aniden hızlanan rüzgardan ötürü saçları yüzüne çarptığında eliyle kızıl saç tutamlarını kulaklarının arkasına sıkıştırdı. Birkaç adım sesi ve hırıltılı bir öksürük işitmesi ise ancak birkaç saniye sonra olmuştu.
Bakışları yanına kaydığında yaşlı bir adamın ondan birkaç metre uzaklıkta durduğunu gördü. Adam evsizlere benziyordu; yağlı ve dağınık gri saçları, uzun bir beyaz sakalı, yüzündeki kırışıklıkları taşıyamayacak kadar yorgun kanlı gözleri, pejmürde kıyafetleri vardı. Normalde insanların yanına yaklaşmayacağı, annelerin çocuklarının ellerini tutarken çocuklarını adamdan uzak tarafa doğru yönlendireceği bir keşi andırıyordu. 'Benim annem elimi hiç tutmadı,' diye düşündü kız. 'Hem neden böyle tiplerden korkmam gerekiyor ki? Şu an benim o adamdan tek farkım o somut bense soyut bir şekilde evsizim.'
Bu yüzden kız yaşlı adam yorgun gözlerini ona çevirdiğinde ve göz göze geldiklerinde bile bakışlarını kaçırmadı, adamdan uzaklaşmadı. Yaşlı adam da birkaç saniye sonra kıza karşı olan ilgisini kaybetmiş gibi bakışlarını yırtık paltosunun cebine çevirirken içinden titrek elleriyle bir sigara paketi çıkarttı. Yaşlı adam kendisine bir dal yakmaya çalışırken çakmağının ateşi rüzgar yüzünden sönüp durduğu için küfürler mırıldanıyordu, saniyeler sonra sigarayı anca ateşleyebildi.
Birkaç dakika geçti. Kız büyük bir dalgınlıkla, umutsuzlukla, pes etmişlikle gökyüzünü izliyordu. Hava içi gibi gitgide kararıyordu, grinin en delici rengindeydi. Aslında bu havayı severdi ama o an içindeki bunaltıyı yalnızca daha da körüklemekten başka bir işe yaramıyordu gökyüzü. Simsiyah gözleri bu sefer de dereye kaydı. Ne kaybederdi kendisini aşağıya atsa gerçekten de? Annesini sevse de bazen annesi onu hiç sevmiyormuş gibi geliyordu. Bu düşünce kendisine kafasının üstünde bağıra çağıra uçan bir karga varmış gibi hissettiriyordu. Varlığını belli ediyor, üstüne atlamaya an kolluyordu. Düşünceyi kafasından hemen kovmaya çalışsa da bazı zamanlarda, annesi bacaklarını bir başka adama daha aralayarak kendisini satacağı için onu evden kovduğu bu anlarda, kafasının üzerindeki kargayı kovmayı asla beceremeyecekmiş gibi geliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAKAMOZ
General FictionHazal, yaşadığı bir olay üzerine yıllardır zorla tutulduğu yerden kaçmak zorunda kalır. Hiç beklemediği bir anda karşısına çıkan ve bazı şeylerin karşılığında onu koruyabileceğini söyleyen deniz gözlü adam, Hazal'ın hiç tahmin edemeyeceği biri çıkmı...