IO-58

121 5 2
                                    

Önder'in ağzından

Hande'm... Onu nasıl özledim anlatamam. Onsuz hayat o kadar anlamsız ki... Onun bensiz mutlu olabileceğini düşünüp bunca zamanı ikimize de zehir ettim. Ne kadar da aptalım! Hande'mi nasıl bırakabildim? Nasıl başkasıyla olmasına göz yumabildim? En acısı da; ben onun mutluluğu için bunu yaparken, aslında ne kadar mutsuz olduğunu öğrenmiş olmam. Canım daha fazla yanamazdı. O herif nasıl üzer benim Hande'mi? Gerçi ne hakkım var ki kızmaya, kendi ellerimle itmedim mi ona?
Melih'e teşekkür borçluyum aslında. O olmasa hala aynı hataya devam ediyor olacaktım. Beni hiç tanımamasına rağmen benim için çok uğraşıyor.
Ilk geldiği gün, benim ona servis yapmamı söylediklerinde çok sert bir şekilde uyarmışlardı beni: onun en önemli müşterilerden biri olduğunu, herhangi bir saygısızlık veya terbiyesizlik etmemem gerektiğini ve o ne isterse yapmamı söylediler. Çok konuşmamam, o dur demedikçe içkisini tazelemek haricinde yanına yaklaşmamam gerektiğini söylediler. Açıkçası bu uyarılardan sonra onun, burnu havada, kendini beğenmiş züppelerden olduğunu düşünmüştüm ama yanılmıştım. Benimle sohbet etmiş hatta bana yardım etmeye bile çalışmıştı.
Dürüst olmak gerekirse ilk konuşmamızdan sonra bir hafta gelmeyince, yardım teklifinin sadece içkinin etkisiyle olduğunu düşünmedim değil. Onun da işleri olabileceğini düşünmemiştim ve gelir gelmez benimle sohbet etmeye başlayınca düşüncelerimden dolayı çok utandım. Boş yere günahını almıştım.
Melih'le hemen hemen aynı yaşlardaydık ancak gerek benimle konuşmaları gerekse yardımlarıyla bana abilik yapmıştı ve ona çok saygı duyuyordum. Bu yüzden de ona abi diye hitap ediyordum. O gerçekten de ne söylemesi gerektiğini biliyordu. Üstelik ne yapmam gerektiğine dair baskı yapmak yerine kendi düşüncelerini söylüyordu. Ben Hande için bir şeyler yapmak istediğimi söylediğimde bile emin olup olmadığımı sorunca ona olan saygım biraz daha attı. Başkası olsa tepkisi sadece 'geç bile kaldın' olurdu. Ancak o sadece istediğimin gerçekten bu olduğundan emin olmak istedi.
Bugün Hande'mi göreceğim. Kararlıyım, bugün yapacağım bunu. Bu ayrılık fazla uzadı artık. Onsuz bir gün daha geçirmeyeceğim.
Melih'i aradım. Hande'nin nerede olduğunu öğrenmem gerekiyordu. Yanına gidicektim. 2 dakikada öğrenmişti Melih, onun nerede olduğunu. Gerçekten de sağlam bağlantıları vardı.
Hande, bizim her zaman birlikte gittiğimiz parktaymış. Epey olmuştu oraya gitmeyeli. Eskiden okuldan çıkar çıkmaz oraya giderdik, haftasonlarında orada olurduk. Bizim için önemli olan birlikte vakit geçirmekti. Orda oturmak yeterdi bize. Ikimizin de devamlı farklı farklı yerlere gidecek durumu yoktu. Mutluyduk biz parkımızda.
Parka doğru yürümeye başladım. Heyecanlıydım, gergindim, korkuyordum. Onu uzun zamandır görmüyordum ve şimdi birkaç dakika sonra onu görecek olmamın düşüncesi bile kalbimin ritmini değiştirmeye yetiyordu. Beni hala sevdiğini, benden vazgeçmediğini de biliyordum. Yine de vereceği tepkiden korkuyordum.
Parka doğru yaklaştıkça kalp atışlarım daha da hızlanıyordu. Onsuz geçirdiğim zaman boyunca bir ölüye aitmiş gibi sakin ve dingin kalbim, o günlerin acısını çıkarırmışçasına hızlı atıyordu şimdi. Soluk alıp verişlerim hızlanmıştı. Ciğerlerim onun kokusunu solumak için adeta yalvarıyordu. Dayanamıyordum. Yol normalden daha uzun görünüyordu gözüme. Kısacık yol, her adımda uzuyordu sanki. Bense, her adımda inatla daha da hızlanıyordum: hiçbir şey engel olamazdı artık Hande'me gitmeme.
Nihayet parkın girişine geldiğimde gördüm onu. Her zaman oturduğumuz parkta oturuyordu. Kokusuna hasret kaldığım, parmaklarımı arasından geçirdikçe parmaklarıma anlam kazandıran saçları rüzgârda uçuşuyordu. O anda rüzgarı bile kıskandım: saçlarında gezinen benim parmaklarım olmalıydı...
Zayıflamıştı, saçları uzamıştı, güzelleşmişti ve bunları fark etmek benim canımı acıtmıştı. Bunları fark edebilecek kadar uzun bir süre ondan ayrı kalmış olmak...
Yanına yaklaşmaya henüz cesaret edemiyordum. Açıkçası onu görmemle birlikte büyülenmişçesine kalakalmıştım. Ayaklarım hareket edemiyordu. Yalvarıyordum rüzgara, kokusunu bana getirsin diye. Benim ilacım oydu çünkü. Onun kokusu, gözleri, sevgisi olmadan ölürdüm ben.
Son bir gayret ettim yanına yaklaşmak için. Bütün kalbimle, beynimle hükmetmem gerekti bacaklarıma. İlk adımımı atma gücünü kendimde bulduğumda tekrar baktım ona. Ellerinin arasındaki kitabı fark ettim o anda. Nazım'ın kitabı... Bir gülümseme yerleşti dudaklarıma. Ona hep Nazım'ın şiirlerini okurdum, burada, bu bankta. O ise büyük bir aşkla ve hayranlıkla dinlerdi beni. Gözlerini bir saniye olsun ayırmazdı gözlerimden. O kadar güzel bakardı ki, daha çok şiir okumak isterdim ona, şiir olmak isterdim hatta. Yalnızca onun okuyacağı, yalnızca onun dudaklarına değecek kelimelerden oluşacak ve yalnızca onun kulaklarına ulaşacak bir şiir olmak isterdim.
Yavaşça yaklaştım. Beni henüz fark etmemişti, olduğum yere arkası dönüktü. Buraya gelirken, ona ne söylemem gerektiğini bilmiyordum. Şimdiyse benden bağımsız dökülüyordu kelimeler dudaklarımdan.

" Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
Bütün iş Tahir'le Zühre olabilmekte
Yani yürekte.

Mesela bir barikatta dövüşerek
Mesela kuzey kutbunu keşfe giderken
Mesela denerken damarlarında bir serumu
Ölmek hiç ayıp olur mu?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Seversin dünyayı doludizgin
Ama o bunun farkında değil
Ayrılmak istemezsin dünyadan
Ama o senden ayrılacak
Yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahir'i Zühre sevmeseydi artık
Yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahir'liğinden?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil. "
Şiirin ilk dizesinden sonra korkarak dönmüştü bana. Benim olmadığımı görmekten korkar gibiydi, hayal olmamdan korkar gibiydi. Beni gördükten sonra gözlerinde yine o tanıdık bakışları görmek içime huzur doldurmuştu. O bakışların arasına gizlenmiş özlem ise kendime bir kez daha lanetler okumama neden olmuştu.
Şiiri bitirdiğim anda sarıldı boynuma. Hasret kaldığım kokusunu uzun uzun içime çektim.
" Geldin." dedi en sonunda.
" Ben senden hiç gitmedim ki geleyim, sen de benden hiç gitmedin." dedim sorarcasına.
" Gitmedim." dedi bana daha da sıkı sarılarak.
Başka bir şey söylemedik, başka bir şey yapmadık. Sadece birbirimize sarılıp ayrı geçirdiğimiz günlerimizin acısını çıkardık.

Uzunca bir bölüm yazdım size, umarım beğenirsiniz.
Bölüm; melisaleksanyan için.
Seviliyorsunuz :* :*

Intikam OyunuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin