IO-26

266 11 0
                                    

Bütün gece düşünmekten gözüme uyku girmedi. Alp'e ne olacak diye düşünmek, iyi olması için dua etmek ve Can'a birden bire yakınlık hissetmeye başlamam... İnsanın kendisiyle savaşması o kadar berbat ki; kazanamayacağın kesin ve her koşulda zarar gören sen oluyorsun. Alp'in şu an hastahanede olması benim suçum. Ona karşı hep iyi olmaya çalıştım. Beni o kadar üzmesine rağmen ben ona iyi niyetle, olabildiğince sakin kalmaya çalışarak artık olamayacağını anlatmaya çalıştım. Bana istenmediğimi hissettiren oydu. Beni üzen, kıran, hırpalayan... Ben sadece bana daha fazla zarar vermesine engel oldum. Eğer ayrılmasaydık üzülen hep ben olacaktım. Tabi Alp terk edilmeyi egosuna yediremedi. Benim de onun oyuncaklarından biri olmamı bekliyordu. Bunu istememiş olmam onu baya şaşırtmış olmalı. E tabi egosu zedelendi yavrucağın.

Her neyse. Ben onun üzülmesini ve kırılmasını hiç istemedim. Işin garip yanı; ben hala bunun benimle ilgili olmadığını, altından başka bir şeylerin çıkacağına inanıyorum. Yine de kendimi suçluyorum ve bu konuda yalnız olduğumu hiç sanmıyorum.

Bütün gece bunları düşünmekle geçti. Hava çoktan aydınlanmış, ben farkına bile varmadım. Hastahaneye gitmek istiyorum ama tepkilerden korkuyorum. Melisa'yı da arayamam... Belki hastahaneyi ararsam durumunu öğrenebilirim.

Telefonu elime aldım. Saat 9 olmuş. Hemen hastaneyi aradım.

" Iyi günler. Cenver Hatip Hastahanesi nasıl yardımcı olabilirim?"

" Merhaba ben bir hastanın durumu hakkında bilgi almak istiyorum."

" Tabi ki. Hastanızın ismi ne?"

"Alp Çekiç"

" Hastanın nesi oluyorsunuz?"

" Ben şey... Arkadaşıyım. "

" Kusura bakmayın hanımefendi. Ailenin isteği üzerine malesef hasta hakkında bilgi veremiyoruz."

" Peki teşekkür ederim. "

" Rica ederim. Iyi günler. "

" Iyi günler"

Işte bu hiç iyi olmadı. Durumunu öğrenmek için Melisa'yı aramam gerek. "Sakin ol ve ara Duru. Yapabilirsin." Diye cesaretlendirmeye çalıştım kendimi. Pek işe yaradığı söylenemez ama bunu yapmalıyım. Hemen sakinleşip onu aramalıyım. " Derin nefes al, ver. Nefes al, ver." Kendimi sakinleştirmek konusunda pek başarılı olduğum söylenemez. Beni sakinleştirebilecek bir kişi var, uzun zamandır işlerinin yoğunluğundan konuşamadığım birisi; Fırat...

Telefonu elime aldım ve Fırat'ı aradım.
Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor...

Kahretsin! Bu sesi duymak daha önce hiç bu kadar sinirlendirmemişti beni. Giyinip evden dışarı attım kendimi. Sahile gittim. Bu sefer şaşırtıcı bir şekilde (!) Can yoktu.

Oturup dalga seslerini dinlemeye başladım. Dalgalar kıyıya çarpıp geri döndükçe sakinleştiğimi hissediyordum. Bir süre öylece durup sakinleştikten sonra Melisa'yı aradım. Uzun bir çalıştan sonra telefonu açtı.

" Tebrikler Duru; eserinle övünebilirsin!"

" Melisa? O... Nasıl? " diye sordum cevaptan korkarak.

" Nasıl mı Duru? Nasıl mı? Ondan artık gerçek anlamda kurtuldun. Sevinebilirsin; o artık öldü. "

Telefon yavaşça elimden kayıp düştü. Gözyaşlarım sessizce yanaklarımdan süzülürken ben çaresizlik ve suçluluk duygusuyla baş başa kaldım.

Biraz duygusal bir bölüm oldu. Beklettiğim için üzgünüm. Şehir dışındayım. Edirne'de, çok yakın bir arkadaşım ve iyi bir okuyucumun evinde. Şu an yanımda, ne yazdığımı bilmiyor ve bir an önce yayınlamazsam heyecandan öleceğini söylüyor :D o yüzden fazla bekletmiyorum. Bilgehan Bayrak; bu bölüm senin için...

Intikam OyunuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin