İstanbul'un nemli ve boğucu havası Seyran'ın tenine yapışmıştı. Uçaktan indiğinden beri soğuk soğuk terliyor ve titriyordu kadın. Güneş batmıştı ama hava o kadar boğucuydu ki nefes bile alınmıyordu. Ya da içindeki korku ve üzüntüden nefes alamıyordu. Ferit'in iyi olduğunu görene kadar da rahat nefes alamayacaktı.
Esenboğa'da uçağın kalkış saatini gözyaşları içinde beklerken Korhanlar Seyran'a ulaşmış ve havaalanından hastaneye ulaşımı için araç göndereceklerini söylemişlerdi. İtiraz etmeyi bir an bile düşünmedi Seyran. En kısa zamanda Ferit'in yanına ulaşmak istiyordu. Ve hastaneyi dahi bilmiyordu. Tek başına ne yapacaktı ki?
Haberi aldığından beri eli zinciri bırakmamıştı. Ferit'ten kalan bir parçayı nasıl bırakabilirdi ki? Ondan güç alıyor, ona güç veriyordu. Gözlerini kapatıp Ferit'i hissetmeye çalışıyordu. Gülüşü gözlerinin önüne geliyordu, kahkahalarını duyabiliyordu, sıcak dudaklarını dudaklarında hissedebiliyordu. Küs ayrılmışlardı ama aklına sadece beraber geçirdikleri güzel anlar geliyordu. Çünkü gerçek buydu. Ferit Seyran'ın hayatına güzellik getirmişti.
Araba büyük hastanenin arkasındaki sokakta durduğunda Seyran hemen inip bir giriş kapısı aradı. Niye böyle bir yere gelmişlerdi bilmiyordu ama önemli değildi. Tek isteği biran önce Ferit'i görmekti.
"Seyran Hanım ana girişte basın olduğu için buraya geldik. Beni takip edin size içeriye kadar eşlik edeceğim."
Seyran, adının Abidin olduğunu öğrendiği siyah giyimli ve uzun boylu adamı takip etmeye başladı. Havaalanına Abidin Bey gelmişti ve oldukça saygılı biriydi. Yol boyunca Seyran'ın içini rahatlatmaya çalışmıştı. Ferit'e gerçekten değer verdiği belliydi.
Geniş asansöre binip hastanenin dördüncü katına çıktılar. Seyran'ın heyecanı git gide artıyordu. Bir eli zincirde bir eli çırpınan kalbinin üstündeydi. Her an bayılabilirdi ama tüm gücüyle dayanıyordu. Önce Ferit'i görecekti bu gözler. Sonrası önemli değildi.
Asansörden indiklerinde iki koruma karşıladı Seyranları. Kat tamamen Korhanlara tahsis edilmiş gibi duruyordu. Takım elbiseli adamlardan başka kimse yoktu. Danışma ve bekleme salonunun sağında bir koridor uzanıyordu.
"Gülgün Hanım koridorda. Oraya geçebilirsiniz."
"Teşekkürler."
Koşarak beyaz ışıkla aydınlatılan koridora geçti Seyran. Gülgün Hanım koltuklardan birinde oturmuş karşı duvarı izliyordu. Yalnızdı. Perişan görünüyordu. Kaşlarını çattı Seyran, dudakları büzüldü. Saatlerdir aklında dönen sahneyle karşı karşıyaydı. Kazanın ne boyutta olduğunu bilmiyordu ama Gülgün Hanım'ın haline bakılacak olursa ağır bir kazaydı.
"Gülgün Hanım..."
Daha fazlasını söyleyememişti. Bir kelime daha ederse ağlayacaktı çünkü. Saatlerdir kovuşturduğu tüm kötü düşünceler aklına üşüşmüştü şimdi. Kötü bir habere hazır değildi.
"Ah Seyran'cığım hoşgeldin."
Gülgün kalkıp iki büklüm halde titreyen zavallı kıza yaklaştı. Bu tatlı kız oğlunu gerçekten seviyor olmalıydı. Tüm anaçlığıyla sarıldı genç kıza. Seyran da ona sıkıca sarılmış ve ağlamaya başlamıştı. Durumun gerçekliğiyle yüzleşmek saatlerce yol gelmekten daha zordu.
"Şşş Seyran'cığım sakin ol. Korkacak bir şey yok. Her şey yolunda canım benim."
"Gerçekten iyi mi Ferit? Bir şeyi yok değil mi? Nerede bir görsem..."
"Şimdi yoğun bakımda olduğu için göremezsin ama çıkınca ilk seninle görüştüreceğiz söz."
Seyran telaşla Gülgün'e baktı. Ferit'i asla yoğun bakımda hayal etmemişti. O hep gelip hemen Ferit'e sarılacağını düşünmüştü. Durumu sandığından daha kötüydü demek ki.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PİYANİST (SeyFer / Yalı Çapkını)
Fanfiction"Ferit, seni bir daha görür müyüm?" Ferit'in karanlıkta parlayan gözlerine inci gibi dişleri eşlik etmişti. Bu akşamki en içten gülümsemesini bahşetti Seyran'a. Umarım beni bir daha görürsün diye geçirdi içinden. "İstediğin zaman görebilirsin. Piyan...