Kuleye yaklaştıkça asker sayıları artıyor ama bir sebepten dolayı bize yaklaşmıyorlardı. Bu askerlerin hepsi insandı ve karanlıklar lordunu nasıl koruduklarını anlayamıyordum.Kuleye yaklaştıkça hava daha kasvetli bir hal almıştı.
Sanki doğa geri dönmemiz için bizi uyarıyordu.
Derek'in yanımda yürürkenki tavrı her an önüme atlayıp kendini benim için feda etmeye hazır bir tavırdı.
Etraftaki her şeyi ince ayrıntısına kadar inceliyor ve olası tehlikeleri değerlendiriyordu. Sanki korumamın düşüncelerini görebiliyordum. Onu artık çok iyi tanıdığımı düşünüyordum.
Derek "Çevremizdeki her şey ölü gibi prenses."
"Evet, bu gezegende büyük bir tuhaflık var ve doğal değil."
Korumamın endişeli gözleri beni buldu ve ben bu endişenin kendi için değilde benim için olduğunu biliyordum.
Kulenin girişine az kalmışken içimdeki karanlık hareketlenmiş gibiydi. Karanlığı çağırmamama rağmen kanımda akıyor ve dışarı çıkmaya çalışıyordu.
Onu kontrol altına almaya çalışıyordum çünkü şu an dışarı çıkması için hiç iyi bir zaman değildi.
Kolumdaki el ile kendimle savaşmaya bir son verdim.
Derek "İyi misin prenses?"
"İyiyim. Haydi bu işe bir son verelim."
Korumam kararlı bir şekilde kafasını sallarken hareketsiz duran askerlerin yanından geçip kuleye girdik.
Doğal bir şekilde oluşmuş gibi görünen siyah kristaller her yerdeydi. Duvarları, tavanı ve hatta bazen yolumuzu bile kapatıyordu.
O kadar sivrilerdi ki bir insan üzerine düşecek olsa ölürdü.
Uzun koridorda ilerliyorduk ve sonunda bir dönemeçe geldiğimizde siyahlar giyinmiş iki kadın bizi karşıladı.
Siyah kumaştan yapılma elbiseleri çok kaliteli gözükmesede onları dışardaki halktan ayırıyordu.
Sanırım sarayın hizmetçileriydiler, ikiside önümde reverans yaptılar.
"Ekselansları sizi lordumuza götüreceğiz."
Şaşırmıştım, kim olduğumu nasıl bildiklerini bilmiyordum ama rahatsız olmuştum.
Derekle olan kısa bakışmamızın ardından onları takip etmeye başladık.
Biraz sonra büyük ve antik yazılarla kaplı, her şey gibi simsiyah renkli bir kapı karşımıza çıktı.
Kadın kapıya dokununca kapı kendiliğinden açılmıştı. Sanırım benim sarayım gibi bu sarayda canlıydı ama daha çok kötücül bir enerjiyle kaplıydı.
İçeriye adımımı attığımda içimdeki karanlık daha da canlanmıştı ve onu dizginlemek için içimde bir savaş veriyordum.
Derek ve ben etrafın her bir santimini incelerken kadınlar bizim şüpheci tavırlarımızı umursamıyordu sanki biri onların ruhlarını almış gibi sakinlerdi.
Meşalelerle aydınlatılmış yolun sonunda katran renkli bir taht ve tahtın üstünde de bir adam oturuyordu.
Tahtın sağında ve solunda önümdeki kadınlar gibi siyahlara bürünmüş kadınlı erkekli hizmetliler vardı.
Tahttaki adam dikkatimi çekiyordu. Keskin yüz hatları ve ruhumu görürmüş gibi bakan bakışları içimde delici bir his oluşturuyordu.
Gözleri bana sabitlenmişti ve ben ona yürürken asla odağı değişmiyordu. Karanlığım şahlanırken zapt etmekte zorlanıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MELEZİN SAVAŞI
VampireGüvenliği için daha bebekken sarayından kaçırılmıştı. Bu süreçte krallığı büyük darbeler almış ve çoğunluğunun doğa üstü yaratıkların oluşturduğu halkı kendi içinde anlaşmazlığa düşmüştü. Onun yokluğunda her şey karışıkken artık geri dönmesinin vak...